Yırtık gökyüzü karaya
çalmışken istifledim acılarımı. Bir bir koydum cebime. Sığmadı, sğmadı işte. Ne
cebime alıyor ne de aklım tüm olanları. Yüküm öylesine ağır ki kurşun gibi
hasret gibi yakıcı ve imkânsızlık kadar zoraki bir gülümse ile adımlarken
yolumu bir başına. Öksüz bir çocuğun nidalarına karışıyor sessizliğim dibe
çökmüşken hüzün derinden derinden fısıldarken adımı. Adımı her zikredişinde
uzatıp başımı arıyorum sesin sahibini. Yok ki aslı astarı yok ki eşkâli yok ki
bir emsalim. Tekim işte ezelden uzanan ebediyete dönmüş yüzünü yoksunluk kırık
ne varsa ve kırılgan. Umarsızca ve kifayetsizce devinim hızlı bir ivme ile
tekerrür ederken tahayyül dahi edemediğim onca sanrı kuşatmışken benliğimi.
Ucundan kıyısından bir avuç su alıyorum denizden med- cezirlerden uzak durmaya
çalışıp. Neden ki ya ne amaçla uzak duruyorum ölümden aslında uzak durmam
gereken ölümden başka kim varsa ismini telaffuz etmekten imtina etmediğim ve
kıvraklığında döngünün başımı döndüren kıyamet dürtüleri istifli dağ tepe kadar
ulaşılmaz en az benim kadar. Öyle ya, sığındığım mağaramın kuytu köşelerinde
barınan ne çok anı var ölü düşlerden arda kalan. Doğrusu, tanıyamıyorum artık
kendimi. Zira ilgili değilim artık hiç biri ile. Ne de olsa hepsi mezarında ve
ebedi istirahatta. Oysa ben yaşıyorum, yaşamalıyım ve yaşatırken ve yaşarken.
Farklı belki de garip ama hesap vermem gereken tek yetkili merci zaten
beklemede. Bu yüzden artık hayıflanmayı da bıraktım ya da mızmızlanmayı. Küs
olduğum onca insan ve yâdsınmış onca öksüz yanım asla hicap etmediğim ve
kucakladığım. Kucaklanmak bile istemezken hala açık kollarım hem de ardına
kadar. Hak etmediğim ve ikilem yaşadığım çokça kimlik eşliğinde kimliksiz ve
mecalsiz dürtülerinin.
Daha dün bu gün iki
demeye fırsat kalmazken bakıp da görmeyen onca insan üstelik hiçbir hak sahibi
olmadan görünenin aksi bir tablo olduğu iddiasıyla. O tabloda yerim yok ve
olmayacak da. Ne bir fırça darbesi ne bir göz yanılması ne de yanlış bir algı.
Olmam gerektiği gibiyim ve olabildiğim kadar belki de daha daha fazlası. Zaten
tek suçlu: daha tanımlaması altındaki onca betimleme. Neye ne ölçüde
yetebilmişim de hala beklentileri var insanların. Komik olan ise şahsımın
şahsıma dair olan nice beklentisi. Belli ki bir öğretilmişlik ve koşullanmış
bir önyargı hala aşamadığım ama tamamen kendimle ilintili. Ne de olsa tüm
derdim yine kendimle. Daha iyi ve bayan mükemmel olmak adına ve derken o
zafiyet zinciri halkaları kalın ve çok sıkı.
İvmenin seyri yine
değişti. Yine onca engel ve yine bariz sapmalar eksenimi kaydırma telaşı
güdenlerin eşliğinde. Seyri bile nahoş tüm bu çarpıklıkların. Düzgün bir çizgi
çizmek tüm amacım ama cetvel kullanmadan. Ola ki azıcık eğri tutayım yörüngeyi
inanılmaz mevsim değişikliği hâsıl olmakta.
Güneş bir anda kaybolup
sağanak bastırabilirken ben de bir sürü şeyi bastırıyorum. Onca gayret haybeye
gidiyor beri yandan. İfade güçlüğü çekiyorum zaman zaman hâlbuki her şey
meydanda ve alabildiğine uçuyorum savurduğum balonlar çoktan gözden
kaybolmuşken.
Her gün hatta her an
yeni bir sancı ve yine suçlu ben. Neyin telaşı ise güttüğüm ve neyin telaşı
bunca acımasızlık ve görmezden gelinmem. Bu kadar aşikâr ve bu kadar müphem
addedilmek.
Bombanın pimini çoktan
çekmiştim oysa ve bir kez daha yenik düşmüştüm.
Yoksa çektim de hala
yaşadığımı mı sanıyorum…
Sanmak değil eminim
yaşadığımdan hem de doya doya duyumsayıp. Beni ben yapan duygularım değil mi ve
yine beni benden eden o kâfir duygular…
Ah, kalem sahi sensin
değil mi bana eşlik eden ve yine sensin zehrimi alan, öfkemi sindiren ve ruhumu
özgür kılan. Sahi biz özgürüz sadece sen ve ben. Ve bize eşlik edenler de ayrı
güzellik.
Suçlu muyuz yoksa
seninle ben bu iş birliği artık tasdiklenmişken. Yolumuzu mu kaybettik yoksa
kavuştuk mu asli görevimize...
Bazen yadsınmak bazen
yanlış telaffuz edilmek değil mi bizi birbirimize bu denli yakın kılan ve vakıf
olmak hayatın özüne her geçen an daha da özgür kılan.
Ne fark eder ki dostum.
Sonuçta yolumuz nice insanla kesişti bu iş birliği neticesi.
Söylesene biz kayıp mı
olduk da bulduk birbirimizi yoksa terk mi eyledik dünyayı da cennetteyiz…
Fazlaca teferruat ve
bir o kadar hayal kırıklığı biraz gizem ve sitem eşlik ederken. Biraz sakıncalı
ve biraz sancılı bir devinim aslına kavuşma telaşı içerisinde. Yitip giden o
kaygan zemin her daim sallantıda. Ne hüzün ne düzen tek gerçek hayatın sunumu
kabullenmekle mükellef olduğumuz ve muaf tutulmanın imkânsız seyri. Eşlik eden
kim varsa ya da uzak kalıp seyreden belki de yakın addettiklerim kozalarının
içerisinde bin bir düşünce nakşetmişken zihinlerine.
Ya benim zihnim…
Olabildiğince ve alabildiğine yüklü. Bir o kadar karışık ve yorucu en az ruhum
kadar. Problem çözmek bir o kadar keyifli ve ne yazık ki önceden çalışmadığım
ne varsa bir bir sunulmakta önüme. Kolay olmasa da yadsıyamadığım tüm o
duygular karışık ve dolambaçlı yolların bir uzantısı. Sevdiğim ve kolladığım ve
kaçamadığım daha doğrusu kaçmak istemediğim. Yoksa istiyor muyum…