Kapıdan içeriye girince
küçük kardeşi ağabeyinin elinde kıyma paketi ile görünce koşarak boynuna sarıldı.
Hep birlikte gülümsediler. Annesi mutfakta kızgın bir ses tonu ile seslendi.
-Nerede kaldınız siz,
iki adımlık yolda gelemediniz?
-Şey anneciğim, kasapta
çok sıra vardı.
Annesi mutfakta çıktı,
şaşkın bir ses ile.
-Kasapta sıramı vardı?
Selim Remziye kızaran
yüzü ile bakarken.
-Evet, anneciğim hiç
sorma bir kalabalık var ki hiç sorma, galiba et ucuzlamış.
-Evet, hale teyze, tüm
mahalleli kasaba hücum etmişti, sanki.
Annesi kafasını
hayretler içinde sallayarak elindeki kıymayı alarak mutfağa geçti ve yağlı tavaya bıraktı. Odayı bir anda et
kokusu sardı, küçük kardeşinin yanaklarında çiçekler açtı. Aylardır evlerine
ilk defa et giriyordu. Babasının vefatından sonra, babasının geride bıraktığı
borçları ve evin geçimi için ilk öğretimine son vermiş,günlük hamallık yaparak
hem borçları ödemiş hemde evin geçimine katkıda bulunmuştu.
Zaten babası da hamaldı,
bir güvenceleri yoktu zaten, zar zor kazanımlar ile sosyal güvenlik için prim
ödemek çok zordu, zaten her zaman fakir insanların hayatı böyle gelmiş böyle gitmişti.
Ne söylense tüm kulaklar sağır diller lâl oluyordu. Selim remzi ve kardeşi
odayı saran, etin kokusunu ciğerlerine çekerken yemek yemeden doymuşlardı âdeta.
Fakirlik kokan o ada bir anda zenginlik kokmaya başlamıştı veya selim öyle
sanıyordu.
Remzi
-Bak görüyor musun et
nasıl konuşuyor bizimle.
Selim şaşkınlık içinde
-Oğlum sen kafayı mı yedin?
-Ne yani et beni yiyin
demiyor mu bu enfes kokusu ile..
Selim bir an düşündü ve
gülümsedi.
-Vay filozof arkadaşım
vayy!
-Az benimde bir
meziyetim olsun yani.
Hep birlikte o güzelim
kokan eti afiyet içinde mideleri bayram edercesine yediler ve kalktılar.
Ayaklar altında
çamurlar içinde yürünen bu mahallede bugün gülümseyen, başları önde gezen çocukların
başları dik uyuduğu ilk gece idi sanki selim için.
Yıpranmış tuğlalar
içinde yıkılmaya yüz tutmuş bu evde, mutluluk içinde yatan yüzlerin ışıltısı
kapkaranlık geceyi aydınlatıyordu.
Mehmet Aluç