Sessiz bir düşün
habercisiydi tüm olanlar. Olan ve olması gereken her ne ise. Fark eder miydi
ki. Farkındalığın çok uzağında olan insanlar değişir miydi kıyamet habercisi
fırtınalar yakıp yıkarken. Beşeri zevkler ve doyumsuzluklar ile nüksetmişti bir
kez sessizlik avaz avaz bağırırken yürek.
Bağırmalıydı da yoksa
nasıl dışa vururdu duyguları her ne kadar kifayetsiz addedilse de varlığı.
Ya varlık dediğin ne
olabilirdi şu yokluklar ile boğuşurken. Var olana şükür ve yokluğa sabır.
Ötesiz ve bitimsiz bir sunumu aslında tüm olanlar her ne kadar derinlerde
çağlasa da ırmaklar.
Yadsınası ne varsa ve
kabul gören tüm öğretiler tarafınca. Bu değil miydi hayatın yegâne merkezi.
Tüme varmıştı bir kez elindeki donelerle. Suretler nasıl karanlıktı ve nasıl
ötelemişlerdi birbirlerini.
Seyri hoştu diğer
yandan. Hüzün bile yeri geldi mi belli ediyordu hayatın nasıl yaşanılası olduğunu.
İmtiyaz sahibi
addedilen onca yetisiz ve kimliksiz ve kuşku dolu yansımalar ve yanılsamalar.
Bu değil miydi yüreği dağlayan? Dağlandığı farz edilen ama tam tersi doyumsuz
bir sevinç hüznün depreştirdiği yalnızlığın çoğula tekabülü.
Kol kanat germesi
gereken nice mefhum köşede nöbette idi nöbet geçiren ruhların zavallılığı ayan
beyan nüksederken gecenin sessizliğinde. Gören ve duyan yok görünse de her şey
kayıt altındaydı.
Hayra yordu rüyasını
bir kez daha.
Yaşanmışlıklar ve
yaşanılası düşler idi her daim eşlik eden. Ne suç ne de günah. Ne hüküm ne de
yargı. Ne nefret ne önyargı. Ne gizem ne de takılan bir maske.
Olan değildi hükmedilen
sadece olması gerekendi eşliğinde ruh sonsuzluğa kanat açmışken.
Yeteri kadar yol
almıştı almasına ama uzanan millerce uzunlukta ve bir o kadar engebeli bir
mesafe duruyordu eşlik ederken onca bilinmezlik.
Gülmek ama doya doya.
Ve yeri geldi mi nemli bulutlar seyrederken gökyüzünden onca kiri ve yağması
gerekirken temizlemek adına kirli yürekleri.
Yaşlar sadece nimetti
nazarında asla hicap etmediği.
Ne çalıntı idi hayatı
ne de ihtiras taşıyordu heybesinde.
Olan değil olması
gereken ve önem arz eden. Üstelik hiçbir kıstasa tabi olmadan kuralları ihlal
edip top yekun çıkmak yoldan geçit vermeden ve hiçbir hakkı olmadan üstelik.
Bir deli taş atmış
kuyuya ve bin akıllı çıkaramamış. Ne yazık ki sosyolojik ve bariz bir eğilim.
Tekilden çoğula varıp hak iddia etmek hiçbir hakkı olmadan.
Güven duygusunun çoktan
yitirildiği ve menfaatlerin öne çıktığı yerli yersiz ne varsa.
Paranoyanın işgal
ettiği zafiyet göstergesi zihinler. Zihinden öte kalın bir ayraçla ayrılmışlar
bitimsiz bir öfke ile.
İşgal eden her ne ise
karanlığı daha da koyulmakta idi gece zincirleri kendi ayaklarına dolanırken.
Münafık düşüngeçler
mümine ket vuran.
Çoktan yarılanmıştı yol
üstelik. Dün derken varmışız güne. Gün derken devirmişiz ömrü. Ömür derken
yaklaşmışız köprünün son ayağına.
Görünen köy de kılavuz
istemez öte yandan. Zaaflarının arkasında irade yetisizliği ile felç olmuş onca
ruh. İstifli bir öfke buram buram nefret kokan.
Sus payı bir söylemdi
sadece dile gelen en azından kendi yağında kavrulan bir kul kula kulluk
etmekten hicap duyan.
Ne bariz ne de somut
ama algıların duyarlı titreşimleri bir o kadar sınamakta can çekişen tüm
söylemleri.
Ne duyumlar ne de
tutumlardı önem arz eden. Ne yalan ne de zikredilen bağnaz kelimeler gölge
edebilirdi.
Anlam bulan onca duygu
ve anlam yüklü onca kelime zikredilen ve tüm duygular her geçen an daha da
pekişen inancın eşliğinde.
Sorumluluk addedilen
tüm vasıfları koydu cebine bir kez daha: Ne varsa vazgeçmeye niyeti olmadığı ve
her kim ise beraber yol aldığı.
Dostunu düşmanını
tanımıştı artık. Ne temkin ne de öfke. Ne sıkılgan ve üşengeç bir ruh ne de
dirayetsiz bir varlık.
Yegâne Varlık eşlik
ederken ihtiyacı da yoktu harici ve anlamsız gölgelere. Gecenin karanlığında
bir kez daha kısaldı gölgeler ve derken nihayete erdi. Her şey öylesine sahte
ve riya doluydu ki…
Yetileri, sezgileri ve
süzgeçten geçen tüm duyguları…
Gerisi teferruattı
sadece bir yalandan ibaret.