Bozuk akorduyla hicap
etmekte tuşları şu antika piyanomun. Hani az vakit geçirmemiştim başında. Ve
başımda o ketum, gözlüklerinin ardından deli dolu bakışlarıyla sürekli parmaklarıma
vuran rahmetli piyano hocam.
Nota kitaplarını
arasında nasıl da boğulurdum tam da arka masada çözülmeyi bekleyen fizik ve
matematik problemleri sırasını beklerken.
Tüm derdim vakit
darlığı idi. Çocuk aklı işte… Basit dertler, kaprisli arkadaşlıklar bir yandan ve
kopamadığım ne varsa.
Ritmi yerindeymiş
hayatın. İştigal ettiğim ne güzel bir mesleğim varmış. Öğrencilik asla
doymadığım. Sıkı sıkı sarıldığım düşlerim ta o yıllarda filiz vermişti.
Yadırgayanlar olduğunu bilmez miyim hatta alay edenler. Büyümeyi hep reddettim
ne de olsa. Hala da tam anlamıyla bir yetişkin olduğum iddiasında
bulunmayacağım. Yetişkinliğin neyle eşdeğer tutulduğu o kadar bariz ki.
Sahip olup
kavuşamadıklarımız belki de sahip olma istemiyle hayalini kurup kim varsa malik
olanlar ve onların nazarımızdaki görüntüleri.
Hiçbir şey gerekmiyor
mutlu olmak için. Eğer ki umutlarınız ve sevi yetiniz elinizden alınmamışsa en
mutlu sizsiniz.
Sahip olamayıp sahip
olanları kınayıp aşağılıyorsanız ne yazık ki yapacak bir şey yok.
Olmak mı olmamak mı
sorusu yerine tek sorulması gereken: Haiz olmak mı yetinmek mi…
Yanılgılar, istiflenmiş
öfke ve nefret yerine çok şık var aslında elinizde göremediğiniz. Neyin ne
olduğu ya da kimin neye sahip olduğu değil önem arz eden. Tek mahiyeti şüphe
arz etmeyen: Sahip olup yetinme güdüsüyle çabalamanız insan olmanın bilinciyle
üstelik. Kırmadan, incitmeden ve korkmadan sevmek.
Üzünçler nasıl mutluluk
kaynağı olabiliyor başkalarının nazarında çözmeye çalışmaya bile yeltenmediğim
bir problem ve cevabı bilen sadece O. Günahlar da sevaplar da kimsenin
tekelinde değil üstelik. Düşünceler sadece düşünebilene ait ve has. Üstelik
kimse vasıflarından dolayı suçlanmamalı hele ki iyi niyet güdüyorsa yürüdüğü
yolda.
Akıl, irade, yürek ve
vicdan bahşedilmiş biz aciz kullar her nasılsa pek meraklıyız haricimizdekileri
yargılayıp, didikleyip bir o kadar sorgulamaya. Hangimiz ne derece üstün
olabiliriz ki bir diğerinden ya da kim ne şekilde hak görebilir ki yetkili
merci olmayı.
Ne yargı ne hüküm ne de
suç.
Bizlere tanınan yaşama
hakkı ve sevebilme yetisi o denli özel ve ihtişamlı ki. Keşke kirletmesek
birbirimizi. Kirlensek bile dokunmasak beyaza. Beyaz beyazlığı ile kalsa da
kara sadece koyultsa aciz ruhları dokunmadan ve bulaşmadan beyaza.
Kış uzaklardan
çağırıyor yüklü bulutları yüklenmiş acılarıyla. Yine de beyaz bulutlar var
arada az kalmış olsa da. Hala umut var güzelden ve güzelliklerden yana tek tük
can çekişse de.
Uçsuz bucaksız bir
sirkin cümbüşü adeta hayat ve ne yazık ki her birimiz bir palyaçoyuz ağladığı
ya da güldüğü fark dahi edilmeyen.
Çamurlar çekiyor içine
kötülüğü. Kötüler olabildiğince kötü. Kimin umurunda.
Zekâ ve yeti olması
gerektiği gibi hem de ilk günden beri inancın ışığı ile parlayan ve yol hep
aydınlık ara sıra şalteri indirenler olsa da.
Güneş hala sıcak ve
engin.
Aşk hala yaşıyor
yüreklerde kavuşmak mümkün olmasa da.
Yürek hala yüklü
doğurgan bir kadın gibi gebe sevinçlere ve yarınlara.
Her gün yeniden doğmak
nasıl güzel ve şükür dolu vicdanlar nadir olsa da kirletilmemiş, bakir ruhlar…