Bu düşünce özellikle XVIII. yy itibariyle Ansiklopedistler tarafından savunulmuş sonrasında da Marksistler tarafından devam ettirilmiştir. Özellikle Diderot, D'Holdbah gibi filozoflar tarafından kendi ateist düşüncelerini haklı çıkarmak ve bu düşüncelere yandaş toplamak adına bu düşünceye sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Mevzu konu
 
Hristiyanlık olduğu zaman bu konuyu aşağıdaki şekilde ele almak gerektiğini düşünmekteyim.
Hristiyanlıkta yazılı kaynak olan İncil dahi tek değil birden fazladır. Bu kaynak Hz İsa döneminden sonra yazılı hale gelmiş ve Kur'an-ı Kerim'de bahsedildiği gibi tahrif edilmiştir. Tahrif etmenin sonucu olarak mevcut iktidarlar kendi isteklerine rahatça uhrevi hava katmışlar ve bu durum, ilahi yolla gelen emirlerin uygulanmasına, belli kurumların iktidar hırsı uğruna, mani olunması sonucunu da doğurmuştur. Hristiyan inancı İncil kaynaklı (vahye dayanan) olmaktan uzaklaşmış ve beşeri oluşumlara yakınlaşmıştır.
 
Kilisenin ve buna bağlı olarak kilise mensuplarının her şeyin üzerinde olması, mevcut iktidarların muhakkak kiliseyle aralarını sıkı tutmaları zorunluluğunu getirmiş, beşeri istekler dini vecibeler gibi gösterilerek halk ezilmiştir. Bu durum batı dünyasında dini, gerilemenin ve ilerleyememenin müsebbibi haline getirmiştir.
 
Aristokrasi güçlü olduğu zaman papazları kullanarak kendilerine itaatin ilahi emir olduğunu, her türlü haksızlığın halkın katlanması gereken bir sınav olduğunu empoze etmişler bu kalkan onlara epey bir zaman koruma da sağlamıştır. Aynı yöntemi Emevi hanedanında görmekteyiz ki bu durumu İslam'a mâl etmeye kalkmışlar ama başarılı olamamışlardır. (Kaderiye-Cebriye mezheplerinin doğuşu). Kilise güçlü olduğu zaman ise kendi istediği iktidarı getirmek ve kilisenin gücünü (özellikle maddi) sağlamlaştırmak adına yine halka binmiş ve en ufak isyan ve sorgulamaları bile şiddetle cezalandırmıştır.(Engizisyon Mahkemeleri). Anlatılanlar konumuz olan fikri desteklese de düşünce en baştan hatalıdır.
 
İlk önce dinin sahibi Kur'an- Kerim'de "Ancak sana kulluk eder ve senden yardım dileriz" (Fatiha Suresi;4) ayeti ile kulluğun yalnız kendisine yapılması gerektiğini belirtmiştir. Herhangi bir kuruma ya da kişiye kulluk yapılmamaktadır. Hz Muhammed (s.a.v) Efendimiz'de kendilerine iman hakkında sual edilince;
"Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kader yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmandır." cevabını vermiştir. (Müslim,İman; Nesai İman;Ebu Davud Sünnet;Tirmizi İman)
Bu hadis-i şeriften de anlaşılacağı gibi gerçek iman esaslarında herhangi bir kurum zikredilmemiştir ayrıca kadere iman ile her türlü hayır ve şerrin Allah'ın iradesi ile olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu durum hayattayken ve öldükten sonra alacağın her türlü ödülün ve cezanın tek yetkilisinin Allah-û Teala olduğunu, başka kimsenin, peygamberler dahi (O'nun izni olmadan) kimseye zerre kadar faydası dokunamayacağını da gösterir.
Konuya İslam çerçevesinden bakıldığında böyle bir hakikat varken herhangi bir kurumun ya da kişinin hakimiyetinden bahsedilemez. Sonradan beşeri oluşumlara yaklaşan bir dinin tarihsel süreçlerine bakılarak İslam'ı suçlamak ve zan altında bırakmak edepsizce bir davranıştır.
 
Bu konu ile ilgili diğer bir durumu inceleyecek olursak; İman insanları pasifleştirir mi, sorusuna cevap bulmalıyız. Batı kaynaklı düşünürler(imiz de dahil) din-aristokrasi hegemonyasının birlikte çalışarak pasif ilerlemeyen bir toplum oluşturduğunu, bunu da yönetmek de zorlanmamak için yaptıklarını savunmuşlardır. Bu konuda haklı oldukları yer yine Batı medeniyetidir. İslam da ise çok açıkça belirtilen hükümler bu soruya açıça cevap vermektedir.
 
İslam dininde aristokrasi olarak zikredilen bir tabakadan bahsetmek mümkün değildir. Ayeti kerime ile sabittir ki bütün müminler kardeştir. Yine hadis-i şerif'te buyurulur ki"İnsanın insan üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak takvadadır".Bu ifadeler eşitlik ilkesinin İslam'da önemli olduğunu gösterir. Köle ve cariyeler ile ilgili hükümler de aristokrasinin reddi gibi en alt seviyedeki insanların da toplumda farksızlaştırılmasına olanak sağlamaktadır. (Azad etme ile ilgili hükümler ve azad etmenin teşviki)
Ayrıca toplum dengesi için önemli olan zekat ibadeti de toplumun maddi olarak birbirine yakınlaşmasını sağlamaktadır. Zekat ibadetinin hükmü olan 1/40 nisab miktarı (asgarî) ihtiyaç sahibine zenginin bir lütu değil, o malın içinde bulunan ihtiyaç sahibinin hakkıdır.
Aynı şekilde adalet makamında da insanlar arasında mutlak eşitlik görülmektedir. İnsanın soyu, parası, makamı üstünlük aracı olmaktan çıkartılmış, sadece haklı ya da haksız olma durumu kararı etkiler hale getirilmiştir.
Misâl olarak, Suriye rüesasından ismi Cebele bin Eyhem olan zat Kabe'yi tavafı sırasında kıyafetine basan köleye tokat atmış köle de buna mukabele olarak bir tokat atmıştır. Emir'ül Müminin Hz. Ömer'e durumu şikayete gelen adam kısasa kısas olduğu söylenince kendisinin makamının bulunduğunu ve kölenin idam edilmesi gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a)"Cahiliyet zamanında vaziyet dediğiniz gibiydi, fakat İslamiyet insanlar arasında bu gibi farkları izâle etti" demiştir. (Hz. Ömer'ul Faruk, Ramazanoğlu Mahmud Sami)
 
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz'e Mekke yeni feth olunduğunda soylu olan bir kadının, ismi Fatıma, hırsızlığıyla ilgili affetmesi için ricacı olarak gelinmiştir. Efendimiz "Allah'ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi talep ediyorsunuz? diye çıkışmış ve devamla "Sizden öncekileri helak eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terkedip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz, zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah'a yemin olsun! Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim" (Buhari, Hudud,Şehadet,Enbiya,Fedailu'l Ashab,Megazi;Müslim Hudud;Tirmizi Hudud;Ebu Davud Hudud;Nesai Sârik)
 
Bu düşüncenin peydah olduğu dönem Fransa'sı tam olarak da bu şekilde davranmaktaydı. Zayıfa her türlü eziyet varken güçlüye hiç bir ceza uygulanmamaktaydı. Halbuki İslam doğru yolu göstermiş ve toplumu eşit hale getirerek hiç bir bireyin pasif bir yaşam sürmemesi için toplumun diğer fertlerini de göreve çağırmıştır. (Emr-i bi'l Mâruf, Nehyi anil Münker)
 
Peki toplumu pasifleştirmeyeceğini gördüğümüze göre daha aktif, ilerici hale de getirebilir mi iman? Önce toplumu aktifleştiren en önemli hususlardan biri olan ilim mevzûna eğilelim. Batı'da ilmin önünü kesmeleri, engel olmaları, halka kadar inmesine müsade etmemeleri kendi çıkarlarına aykırı olduğu içindir. Fakat İslam çerçevesinden bakıldığında ilme teşvik edildiği görülmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Allah kimin için hayır murad ederse onu dinde(ilim) fakih kılar. (Buhari Farzul Humus,İlm,İ'tisam;Müslim Zekat; Tirmizi İlim)".
"Kim ilim taleb ederse bu işi geçmişteki günahlarına kefaret olur."(Tirmizi,İlim)
Bu ve benzeri hadislerle ilim talep etme övülmüş ve teşvik edilmiştir.;ilmin önünün açılması herkesin aydınlanması ve "bilmesi" için önemlidir. Ayeti kerime'de "Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?" (Zümer Suresi;9) buyurularak "bilmenin" kıymeti zikredilmektedir.
İlim üzerinde bu kadar duran bir dinin ( aslında Hz Adem'den beri din tektir ve İslam'dır) halkı pasifize ettiğini söylemek insafsızlık olur.
Yönetim ile ilgili olarak da Hz Ebubekir'in (r.a), birinci halife, halife oluşu esnasında Medine halkına söylediği şu sözler dikkate şayandır.
" Ey nas!...
Sizin en iyiniz olmadığım halde sizin başınıza geçmiş bulunuyorum. Vazifemi yollu yolunda ifa edersem bana yardım ediniz, yanılır isem bana doğru yolu gösteriniz, doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. İçinizdeki zayıf olan hakkını alıncaya kadar nazarımda kuvvetlidir. İçinizdeki kuvvetli olan da ondan başkasının hakkı alınana kadar zayıftır. Bir millet Allah (c.c) yolunda cihaddan kaçarsa o millet zillete uğrar. Bir millette fenalık revaç bulursa bütün millet belaya uğrar. Ben Hz. Allah'a (c.c) ve Peygamber'e (s.a.v) itaat ettikçe bana itaat edin, isyan edersem sizin bana itaatiniz lazım gelmez" (Hz. Ebu Bekir Sıddık, Ramazanoğlu Mahmud Sami)
 
Böyle bir yönetim anlayışında toplumu denetmen olarak zikretmek pasifleştirmenin aksine yönetimin içine almaktır. Emr-i bil maruf ve nehyi anil münker (iyiyi emret, kötülükten nehyet) akidesi de toplumun hem birbiri ile hem de yönetim mekanizmaları ile iletişiminde tutulması gereken yolu göstermektedir...
 
Vesselam....
 
 
 
 
( Allaha İnanmak Halk Yığınlarını Mücadeleden Uzak Tutar Fikri Üzerine başlıklı yazı Şahan tarafından 22.10.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.