Tanımsız ve anlamsız
bir anın tam ortasındayım hem de uzun zaman geçti üzerinden o moladan beri.
Nice mola, nice ara durak. Ne gelen var ne de… Olanlar da gitti kaşla göz
arasında geçen o kısa sürede üstelik. Bu yüzden ne kalıcı anlara hâkimim ne de
varlıklara. Kendimi bildim bileli beni terk etmeyen iki yegâne varlık.
Öncelikle gücünü ve gücümü esirgemeyen İlahi Güç. İlahi ve nihai durağım,
sevgisini ve yardımını esirgemeyen. Adımlarım yavaş bile olsa emeklerken dahi
bana daha da yakın olan. İkincil varlık ve üçüncü ve dördüncü diye sıralamak
istemiyorum. Zira ne bizlerin yaşama garantisi ve süresi sabit ne de
davranışlar durağan. Bunu benimsemek hiç de kolay olmadı. Ama her kuru vedanın
arkasında insanların zafiyetleri ve silik gölgeleri saklandığı için bir o kadar
saklı içimde.
Cümle uzun hem de hiç
olmadığı kadar. Üstüne üstük devrik bir anlatım ihtiva ediyor. Özneyi kendimle
eşleştirmiştim ve gördüm ki bu da bir yanılgıymış. Gizli özne olma hakkım bile
alındı elimden. Sevgisini ve selamını esirgeyen beşerleri zaten kale almak gibi
bir tutarsızlık yapmamakta tarafım ek olarak.
Yer ve zaman imgeleri
de artık tasarrufumda değil. O kadar korunaklı bildiğim sakin dünyamın boyut ve
mekân esnekliğini de göze alırsam sürekli boyut atlıyorum. Mazi, an ve
süregelen geleceği ihtiva eden bitime mahkûm zaman denen yalan. Öyle ya daha
dün bir bugün iki diye başladığım cümle bir anda nasıl da tarumar oluyor. Ya da
mekânların geçirdiği evrim en az yüreğim kadar mahkûm yalnızlığa. Gözden
çıkardığım ve imtina ettiğim ne varsa.
Kifayeti de oldukça
tutarsız pek çok mefhumun. Öncelikle insan ve derken ne varsa zincirleme. Rakım
da yüksek hani en az tavan yapmış öfkem kadar. Zamanla kırgınlık köreliyor ve
içerik değiştiriyor duygular. Tamamen yitmese de kırık yankısı onca söylemin
eşliğinde pek çok yalan yanlış eklenti. Farklı görünen bir dünyanın özü ise
ilgi alanınız, vay halinize. Eğer ki özü sözü bir yansıma bulursanız yakasına
yapışın bir an evvel. Zira olsa olsa aynadaki aksiniz yakasına yapışacağınız
tek yansıma. Kim kaybetmiş de ben bulacağım asil ve korunaklı bir ruhu. Ola ki
gölgesi düştü üzerinize insan yine de emin olamıyor.
Göreceli ve bir o kadar
izafi bir tablo içindeki imgeler eşliğinde. Genelse suskun, tepkisiz ve
dağınık. Karşılığını bulamadığınız onca tutum an geliyor tepkiye dönüşüyor.
Tepkinin tepkisizliği ise yıkıyor yeniden, yerle bir ediyor. En büyük şikâyeti
bu değil midir insanoğlunun: Suretsiz bir kimlik ve duyularını yitirmiş ya da
sümen altı eden bir eşref-i mahlûkat. Zafiyeti de belirgin oldu mu karşı
tarafın bu sefer daha güçlü addediyor kendini ve mıhlanıyorsunuz olduğunuz
yerde.
Salkım saçak bir duygu
seli içine ne koyarsanız koyun. Düşünmeye meyletti bir ruh başını kaldırmayan.
Ne de olsa saklamalı ve sakınmalı. Ne zaman ki çıkın yörüngeden yeniden
yerleşmek o eski döngüye imkânsız.
Koruk düşler henüz
olgunlaşmamış ve tasavvur ettiğiniz her ne ise. Şekilden şekle giren mi
istersiniz kendini dünyanın merkezi ilan eden mi… Aslında yalan da değil hani
eğer ki yürek ve gönül bağınızı koparmamışsanız her ne kadar hak etmese de…
Neyi hak edip neyi hak
etmediğiniz asla insanların ilgi alanına da girmemekte zahir ne de olsa
haricinizde herkes her hakkı elinde bulundurmakta. Hele ki bir döküm
vermişseniz o muhalif kimliklere işiniz daha da zor. Suç ya da kabahat olmasa
da görüp göreceğiniz en büyük ceza o muhafaza edilen sessizlik ve yoz
kimlikler. Her ne kadar konum ve makam açılımını irdeleyip üst sıraya koysanız
da eğer ki hak etmediklerinizi siz yaşatıyor ve yansıtıyorsa hala nasıl aynı
konumda tutabilirsiniz ki.
Ne de olsa beşeri ilgi,
ihtiyaç ve dürtüler. Haricinde hiçbir hissiyata sahip olmayan maskeli yüzler
sessizliğe gömülü. Hadi, kolaysa gömün onları sizi gömdükleri çukura. Mümkün
olabilse keşke ne de olsa yalın ve aciz o ruh bir kere deşifre etti kendini
üstelik inanıp, güvenip. Yıkılan bir onur, mağdur bir kimlik ve saklı bir ruhun
çevirisi size dönümü gaflet olan.
An saklı mekânda, mekân
ise bir o kadar göreceli seyahat halindeki ruh kadar. Varlıkla eş değer o beden
ve ruh ikilemi ise ayrı bir açılım sizi oradan oraya sürükleyen tabii ki eşlik
ederken o insafsız bilinçaltı. Döngünün seyri inanılmaz ve bizler
kabuklarımızda iyi kötü bir yaşam mücadelesi veriyoruz. Kimi kimliğin esir
tutulduğu o kısıtlı korunaklarda hatta ve hatta oldukça engin bir açılım ihtiva
eden düşsel boyutta olduğunun tam tersi bir kimlik eşliğinde.
Basiti zorlaştırmak
adınadır belki tüm mücadele ya da duyguları öldürmek adına korumakla mükellef
iken egonuzu. Zoru kolaya sevk etmek ise tamamen mücadele ve inanç gerektirmekte.
Mantık hatası yapmadan: Bazen tüme varım bazen de tümden gelim.
Ya biz insan ırkı neden
gelip nereye gitmekteyiz. Bedensel varlıklarımız bu kadar mı aciz sevip kollamaktan
bu kadar mı korkak belki de sadece birer öngörüdür belleklerde asılı. Kayıp
kimliklerimiz gibi kayıp hislerimiz ya da gömmeye çalıştığımız belki de
paylaşmaktan çekindiğimiz zaaflarımız ve yeti kayıplarımız. İçine ne koyarsanız
koyun. Gelmiş geçmiş en donanımlı ve bir o kadar zafiyet yüklü canlılarız
kendimizle yüzleşmekten korktuğumuz.
‘’Hadi artık silkelen’’
demenin zamanı geldi de geçiyor bile. Umarım vakit geçmeden atlarız son vagona
tabii ki o da gelirse…