BUCAK’TA BİR
MECNUN DERVİŞ: “ALİ FUAT ÜLKÜ”
1948 Bucak doğumlu,
maliye memurluğundan malülen emekli,
rahmetli ağabeyim Mustafa Coşkuner’in en yakın arkadaşı. İlçemizin en köklü
sülalelerinden ÜLKÜ’lerden ve İBİÇ kadılardan. Aynı zamanda merhum annem Ayşe
Hanım Coşkuner’in (ÜLKÜ) yakın akrabası.
Özellikle hükümet bahçesinde her gün görülen, hikmetinden
sual olunamayan bir sebeple, Rabbimizin takdiri ile mecnun haline gelmiş adeta
gizli bir derviş görünümündeki ağabeyimiz. Ali Fuat abi, senin geçmişini
bilmeyenler, Maliyede memur iken imza attığın çok önemli görevlerden habersiz
olanlar, malülen emekli olduktan sonra dahi, maliyede çalışanların çözmekte
zorluklar yaşadığı problemlerde bile, senin kutsal ve değerli bilgine
başvurulduğunu bilmeyenler, seni deli sanıyorlar ne yazık ki…
Halbuki sen çok zeki ve bilge bir şahsiyettin. Üstün zekan ve
bilgeliğin herkesçe biliniyordu. Bugün senin Rabbimin takdiri ile mecnun bir
derviş halinde olman, senin kıymetinden hiçbir şey eksiltmez inan. Sen ki, bu
günkü halinle bile, ne kadar çok stratejik bilgilere sahipsin. Ben Kaliteli
Yaşam odaklı üç kitabımı son üç yılda yazdım. Beni her gördüğünde “Coşkuner
Kaliteli Yaşam” dersin. Benimle mantıklı ve anlamlı sohbetler yaparsın.
Üstünün başının olumsuzluklar içermesi, traşının gecikmiş
olması, kafasını vücudunun üzerinde dik tutamaması, yürüyüşünün biraz değişiklik
içermesi onun deli olduğu anlamına gelmemelidir. Dış görünüşü deliye benzese
dahi, onunla hakkıyla ilgilenip sohbet etme yüceliğini gösterebilenler, hakkıyla
empati yapmasını becerebilenler, hikmetinden sual olunamayan hususlarda Hakka
kayıtsız – şartsız teslim olmayı becerebilenler, onun bir deli olmadığını,
aksine mecnun bir “veli” olduğunu en kısa zamanda fark edebilirler.
Şimdi gelelim bu
makaleyi yazmama sebep olan olaya…
Motorumla yavaşça sağdan giderken, bir otomobil solumdan
yavaşça geçerek, beni yok sayıp birden sağa döndü ve önümü kapattı. 5 metrede
otoya çapmamak için, her iki frene birden asıldım. Motorun dengesi bozuldu ve
motorla birlikte yere yattım. Yaralarım hafifti, acile gitmeye değer görmedim. Bir
hafta sonra, yaralarımın iyileşme sürecinin yolunda olup olmadığını test etmek
için, özellikle de iltihap olup olmadığını anlamak için, Bucak Devlet Hastanesi
aciline giittim. Muayenemi oldum. Sorun olmadığını, iyileşme sürecimin yolunda
olduğunu öğrendikten sonra, hastane acilinden ayrılıyordum ki…..
Temmuz sıcağında, acilin girişinde, birdünya insanın uzaktan
seyrettiği, sıcağın ve güneşin böğründe Ali Fuat abimi yerde yatar vaziyette
gördüm. Kalkmak için çabalıyordu ama kalkamıyordu. Hemen koşarak kaldırdım. Koluna
girdim ve gölge bir yere doğru götürdüm.
İşte mahvolduğum, kimyamın bozulduğu, kaliteli yaşam uzmanı
olarak sabretmeyi, hoşgörmeyi ve bağışlamayı hayatına en iyi bir şekilde
uygulamaya çalışan benim; sabır zembereğim boşalmıştı…
Ali fuat abimi gölgeye getirdiğimde, her zamanki yaptığı
gibi; “Coşkuner bana para ver” dedi. Benim
daha bir şey söylememe fırsat kalmadan, yakındaki köylü görünümlü, kendini bilgiç
addeden 35-40 yaşlarındaki bir bayanın söyledikleri bütün ruhsal ve bedeni
kimyamı mahvetti, sabır dağarcığımı adeta yırttı.
Kadının söylediği cümle aynen şöyleydi: “Hii, parayı al da doğru içki içmeye git”
Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Karşımda bir cahil ve köylü,
ama çok bilmiş bir bayan vardı. Ağır bir şey söylesem, belki kocası veya erkek
kardeşi yakınlardaydı. Meselenin öncesini bilmeden hanımına veya bacılarına
hakaret ettiğimi varsayarak, üzerime hücum edebilirlerdi.
Ali Fuat abimin adına çok üzüldüm, hadsiz sinirlendim. Ama sakin
olup bir hata yapmamam gerektiğinin de bilincindeydim.
Hanıma dönerek, biraz etkiliyici bir şekide; “sen bu adamı
tanıyor musun? Hiç onu içki içerken gördün mü? Su-i zanda bulunmanın haram
olduğunu bilmiyor musun? Dedim.
Yarabbi, ön yargılı ve varsayıma dayanarak tehlikeli bir
hükümde bulunmak, ne kadar tehlikeli idi. “Hakkında
en ince ayrıntılarına kadar bilgi sahibi olmadan asla hüküm vermeyiniz”
hadisi şerif-i çok mu bastırık altında kalmıştı da, bu bilgiç insanın haberi
yoktu? Yoksa biliyordu da, önemsemiyor muydu acaba?
Ali fuat abim kendisini savunacak bir konumda değildi. Sıcaktan
halsiz düşmüş yerde yatıyordu. Hoş, ayakta ve serinde olsa da, hakkını
savunacak güç ve yeteneğe sahip değildi.
Ben gelmeden önce sıcağın bağrına yere düşmüştü. Benden önce
bu mağdur ve özürlü insan, niçin o bilgiçler tarafından yardım edilerek,
düştüğü yerden kaldırılmamıştı? Hadi kaldırmadınız, niçin şiddetli haram olan
su-i zan günahına boğazınıza kadar batıyorsunuz? Önyargının ve varsayımda
bulunmanın, en ince ayrıntısına kadar gerçek bilgi sahibi olmadan hüküm
vermenin, sizi ne kadar yakacağı konusunda hiç mi duyumunuz ve bilginiz yok?
Diliniz iyi çalışıyor ama değil mi?
Ali Fuat abim, kendi rızası ile o mecnun durumunu seçmedi.
Rabbimizin bir takdiridir. Onunla Rabbimiz kim bilir kimleri imtihan ediyordur.
Eyyy, her gün Ali Fuat abimi ve onun gibi hikmetinden sual
olunmayan mecnunları görenler; bırakalım düştükleri yerden kaldırmayı, her gün
onların bütün ihtiyaçları ile ilgileniyor muyuz? Onlarla hakkıyla iletişim
kurabiliyor muyuz?
Hakkıyla empati yaparak onlara hak ettikleri değeri
verebiliyor muyuz? Yakın akraba ve arkadaşları ile iletişim kurarak, bilgi
alışverişinde bulunup yardım elimizi uzatıyor muyuz?
Allah katında onların sorgusuz sualsiz olduğunu, ama bizim
gibi sağlamların onlar yüzünden sorgulanacağımızın farkında mıyız?
Dünyanın hepimiz için bir imtihan yeri olduğunun hakkıyla
bilincinde miyiz?
Yoksa, empati yapmayı beceremeden, onları görünce ahhh- vahh
ederek, üzüntülü bir beden diline bürünmekle, bütün sorumluluğumuzu yerine
getirdiğimizi mi zannediyoruz?
Selam sevgi ve dualarımla…
Allah’a emanet olunuz…
28 ağustos 2014. Perşembe. Saat: 21.00 ANTALYA
YRD.DOÇ. DR. SÜLEYMAN COŞKUNER