O, Anadolu'nun bağrından çıkmış biridir. Konya’da dindar bir aileden gelmektedir. Çok çalışkan bir öğrenciydi. Okulları çok iyi derecelerle bitirmişti. Akademik kariyerde hızla yükselerek profesör olmuştu.
1995-99 yılları arasında köşe yazarlığı yapmış, 1998-2002 yıllarında Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademisi’nde misafir öğretim üyesi olarak ders vermişti. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e ve Başbakan Erdoğan’a başdanışmanlık yapmıştı. Dostları onu Dışişleri bakanlığına taşımıştı.
O bir Anadolu çocuğuydu. En iyi
eğitimleri almış olmasına nimet-i şükran yapabilen bir insandı. Halktan kopuk
dünyaların alanı gibi görülen dış politikayla, milletin gönlü arasında derin
irtibatlar kurmayı önemseyen bir insandı. O’nun sergilediği
performans ancak ülkesine ve milletine sevdalı bir insanının tahammül
edebileceği ölçekteydi.
Bakanlıkta
kim evlenmiş, kimin çocuğu olmuş, kimin cenazesi var, anında kendisine
ilettirir. O da hemen telefona sarılıp, evlenene mutluluklar, cenazesi olana
başsağlığı dilerdi. Çalışkanlığının yanı sıra insani yönleriyle de öne
çıkan bir siyasetçiydi. İyi bir aile babasıydı. Anlayışlı ve özverili bir
eşe sahipti.
Kendini iyi yetiştirmiş
bir insan ve iyi bir akademisyendi. Sosyal bilimler, uluslararası ilişkiler, sosyoloji,
İslam ve medeniyetler tarihi, Osmanlı, İslam ve diğer dinler ilgi alanıydı. Toplumların
ve medeniyetlerin yükselme ve çözülme süreçlerini, stratejik gelişmelerin
mantığını doğru okumaya imkânına sahip biriydi.
Aynı zamanda bir öğretim üyesiydi. Üniversitelerdeki
akademisyenliğin ötesinde, sivil bir üniversite niteliğindeki Vakfa rehberlik
etmiş biriydi. Birçok sosyal bilimcinin de hocasıydı.
Ülkesine sevdalı, hedeflerini bilen,
stratejik değerlendirmeye vakıf, kendi coğrafyasının güçlü-zayıf yanlarını
doğru okuyan, Türkiye’nin diplomatik hamleler için hayati önem taşıyan askeri,
diplomatik ve ekonomik gücünü bütün artı eksileriyle okuyabilen biriydi.
O'nu sadece bir akademisyen sanmak, o’nu anlamamak demektir. Türkçenin
yanında İngilizce, Almanca ve Arapçayı anadili gibi bilir. Meydanların gönül
dilini de çok iyi bilen güçlü bir meydan hatibiydi.
O Türkiye'yi merkeze alarak bütün siyasi akımların iddialarını
sentezleme gayretindeydi. Dış politikada “Bizim medeniyetimiz” anlayışının en
bilinen mimarı ve uygulayıcısıydı. Yeni Türkiye'nin liderliğini "Bizim
medeniyetimiz" çizgisinde, geçmişle yeniyi, milliyle bölgesel ve evrensel
olanı birleştirme düşüncesiydi.
Bu yeni medeniyet söyleminde AB üzerinden Batıyı eleştirebilen, acı
da olsa, İsrail’e gerçekleri doğrudan söyleyebilen bir içerik taşırdı. Çözüm
sürecini de tamamlayarak Türkiye'nin milli kimliğini yeniden yorumlamak isterdi.
Onunla Türkiye Arap Baharının getirdiği meydan okumaları haklı
olarak gördü ve makul karşıladı. Türkiye’nin kendi bölgesinde ve dünyadaki
rolünü yeniden şekillendirdi. Kapsamlı bir yeni inşa süreci sürdürmeye devam
etmekteydi.
İdeallerin yaşaması büyük adam olmayı gerektirir. Bütün fitne ateşinin sel olup zıvanadan çıktığı bu günlerde, arı
duru olmak, sakin ve sükûn içinde doğruyu bilip anlamak, geniş ve kuvvetli bir yürek
gerektirir.
Türkiye bu günlere öylesine kolayca gelmedi. Türkiye çektiği sıkıntı,
mihnet, zulüm ve cefaları geride bıraktı. Sayısız ve karşılıksız bedeller
ödedi. Tependen bakan, inananın ve iman edenin insan yerine konmadığı, alay ve
hakaretler edildiği, kurum ve kuruluş kapılardan kovulduğu günlerden bu günlere
gelindi.
Türkiye, zalim ve ceberut bir idare mevkiinden, çocuk başı okşamak
için makam aracından inip, o çocuğun kalbine harçlık bırakan baş idareciler
görmeye başladı. Bir mazluma ve garibe gülümsemenin, onlar için kalp harçlığı
mesabesinde oluğunu bilenleri de görür oldu.
Diğer bir anlamda, Türkiye kendi özüne dönmeye başladı. Yalnız ve yaşlı
birilerinin çayına muhabbet katacak bir Başbakan, derdini sadece yokluğuyla
paylaşan yoksul bir babaya omuz olacak birilerini görmeye başladı.
O, Türkiye'de soğuk ve mesafeli akademik mesafeli tezlerin dışında,
yazdığı ve çok tartışma uyandıran “Stratejik Derinlik” kitabıyla ve diğer
makaleleriyle daha sıcak ve atak bir tutum sergiledi.
O, bu coğrafyanın bir kader olduğunu kabul ediyor ama tarihin
kültür üreten fonksiyonunu da önem veriyordu. Kültür önemliydi. Osmanlı geçmiş
ve birikimini Osmanlının dünyadaki hâkimiyetini ve o hâkimiyetin bilhassa din
üstünden oluşturduğu ilişkileri yoğrulabilir, yeniden şekillendirilebilir bir imkân olarak
ele alıyordu.
Başbakanlık Başdanışmanlığında ve Dışişleri Bakanlığında bu
görüşlerini uygulama imkânı buldu. Özellikle Ortadoğu ona yerleştirmek istediği
anlayışı uygulaması bakımından imkânlar sundu. Türk dış politikası, sadece
Ortadoğu değil, dünyanın her köşesinde Türkiye'nin aktif rol alması gerektiğine
inandı. Bunu gerçekleştirdi de…
Bu döneminde karar üretme, ön alma, müdahale etme, taraf olma gibi
yaklaşımları sergiledi. Olağanüstü derecede çalıştı. Müthiş bir kavram üretme
ve meseleleri çerçeveleme yeteneğini sergiledi.
Türkiye’ye;
Balkanlar, Ortadoğu, Afrika, Batı Asya bölgeleriyle tarihi ve organik
bağlarının üzerine yüklediği sorumlulukların çerçevesinde bir gelecek tasavvur
etti...
Elbette icraatta devamlılık şarttır. Devlet zirvesinde uyum ve
temel değerlerin korunması gereklidir. Bu toplum kendine verilmiş 2023 ve 2071 sözünün
ağırlığını hissedecekleri göreve çağırmaktadır.
Büyük söz verenleri büyük görevlere davet etmektedir.
O sadece kişisel kariyer ve kabiliyeti, uyumlu bir çalışma
potansiyeli, dünyaca tanınması ve iyi bir eğitim aldığı için değil; kimliğine
özdeş olduğu için öne çıkacaktır. Hedefler ve ilkeleriyle toplumun beklentileri
bu yöndedir.
Dosyalara hâkim biridir. O koltuğa oturduktan sonra zannedilenin
aksine, dış politika kadar, iç politika ve ekonomiye
yönelik kapasitesi de ortaya çıkacaktır. Elbette bir alışma süresi gerekecektir.
Başbakana çok yakın çalışmanın avantajıyla yeni dönem
üzerinde otoritesi de kolay olacaktır.
Türkiye gibi muazzam kapasiteli, hareketli ve dinamik, daha iyisi
için istekli bir ülkeyi yönetmek kolay değildir. Aslında “Yeni Türkiye” yeni bir projenin adıdır.
Yüzyıllık iniş-çıkışlı badireli bir aradan sonra Türkiye'nin yeni baştan
kurulması projesidir. Yeni
Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'nın bitişinin, yeni bir ülke inşa edilmesinin
ilanıdır.
Bu ilan ve yükseliş; yüzyıllık vesayet dönemine bir meydan okuyuştur.
Yeni bir toplumun kuruluş sözleşmedir. Zihin ve yüreklerdeki sınırların
kaldırılması, dayatılan çatışma alanlarının ve yapay siyasi kimlikli kamplaşmanın
sona erdirilmesidir. Büyük bir ülke ve büyük bir millet olmanın, Selçuklu-Osmanlı
idrakiyle barışmanın; tarihi kardeşliği ve dayanışmayı, ortak hafızayı bugüne
çağırmanın girişimidir.
Yeni Türkiye demek; dış politikayı, ekonomiyi, sosyal politikaları
yeniden köklü ve yapısal değişimler demektir. Tüm ezberlerin bozulması, siyaset
dilinin yenilenmesi, ülkeye ve dünyaya bakışın kökten değişmesi demektir.
Ulus devletten dünya devletine dönüşün yol haritasıdır. İçe dönük
devlet yerine dışa dönük coğrafyalara açılan Türkiye demek olacaktır.
Davutoğlu'nun tercih edilmesi durumunda Yeni Türkiye projesinin en kritik
eşiklerinden biri olacaktır. Büyük yürüyüş, bugüne kadar olandan, çok daha
güçlü biçimde devam edecektir. Güçlü bir kabine ve güçlü bir halk iradesinin
desteğiyle yirminci yüzyıl hesaplarını kapatacak, yeni Türkiye'nin kuruluşuna
imza atacaktır.
Türkiye'nin siyasi tarihinde hiçbir dönemde, doğrudan seçilen ve
Türkiye'ye öncülük eden güçlü bir Cumhurbaşkanı olmadı. Onunla aynı görüşe
sahip güçlü bir Başbakan ve arkasında millet desteğini alan da görülmedi.
Bu tarihi kırılma ve başlangıç döneminde bütün bunlar bir rastlantı
değildir. Selçuklu-Osmanlı birikimi, hafızası ve bilincinin aktarılmasıdır.
Dünyanın en güçlü siyasal mirası ile yeni bir kuruluş şekillenmektedir.
Bu dönem, sadece Türkiye'nin değil coğrafyanın siyasal
şekillenişinde derin izler bırakacaktır. Yeni Türkiye, bu anlamda, ilk kez
küresel iktidar paylaşımında bir aktör olarak öne çıkacaktır.
Yeni bir ülke inşa edenlere, coğrafyaya bir şeyler söyleyenlere,
küresel iktidar alanından pay isteyenlere bu denli saldırılması anlaşılabilir
bir şeydir. Zaman; kimin ne tür bir pozisyon tuttuğunun çok önemli olduğu bir zamandır.
Kızı Hacer Başbakan’a mektup yazarak; “Lütfen babamı işten kovun…” dese
de bu gün babasının omuzlarındaki yük daha da artacak ve ağırlaşacaktır. Hacer
Kız büyüdüğü için anlayışla karşılayacaktır. Çünkü kaşan adamın daha çok
koşması gerekecektir.
O Türkiye’yi
Asya’ya açtı. Mazlumların sesi oldu. Arakan Müslümanlarına destek için
bölgeye giden dünyadaki ilk Dışişleri Bakanıydı. Afganistan’da “İstanbul
Süreci’ni başlatıp, kanın büyük ölçüde durmasını sağladı. Geçmişte
operasyon sürerken Gazze’ye giden bir isim oldu. Suriye ve Irak’taki
mazlumların hep yanında yer aldı. Uluslararası dile “insanlık onuru” kavramını
yerleştirdi.
Çeşitli
ülkelerle gerçekleştirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri ve
Ortak Kabine Toplantılarının mimarı oldu. BM’de yaptığı girişimlerle
“arabuluculuk” konusunda Finlandiya ile birlikte Türkiye’yi “etkili ülke” yaptı.
Davutoğlu, Türkiye için oynadı. Türkiye’ye
alan açmaya çalıştı. Türkiye’nin stratejik derinliğini
potansiyel nitelikten kinetik enerjiye dönüştürmeye gayret etti. Bunu yapmak
demek, Türkiye’ye tayin edilen statükoyu zorlamak demekti. Ve bunu yapmak
demek, dünyanın etkin bütün güç odaklarıyla yüzleşmek, onların ruh dünyalarını,
Türkiye’ye ve bölgeye yönelik hesaplarını yeniden okumak demekti.
Davutoğlu’nun bütün bu dış temasları, derin bir
Türkiye sevgisi, derin bir kaybedilmiş zamanları telafi duygusu, derin bir
medeniyet muhasebesi, derin bir kalp coğrafyası bilinci ve derin bir milletin
medeniyet kuruculuğuna iman çerçevesinde yapmıştır.
Ve Türkiye’nin neden bunu başarmak
zorunda olduğuna yönelik sözleri:
“Büyük
düşünmeye mecburuz. Unutmayın, dünya bize bakıyor, İslam dünyası bize bakıyor.
Artık gündemi belirlenen bir Türkiye yok, gündem belirleyen bir Türkiye var.
Ortadoğu’da daha güçlü bir Türkiye bilesiniz ki daha belirleyici olacaktır...”
Diyen
bir adamı kader Türkiye’nin başına başbakan yapması gerekir.
Ant-120814