Klasik hiçbir beyanatım
yok sana dair.
Ne geçmişin izleri ne
de yadsıyamadığım bir düş oluşun gibi. Her ne kadar bir düş olduğun gerçeğini inkâr
edemeyecek olsam da…
İnanılmaz tutumluyum
desem yine inanma ey sefil. Evet, beni benden eden hayatın merkezi ve dünyanın
çekirdeği olan sen.
Tutumluyum belki ama
bir o kadar bonkörümdür sevgi adına kumbaramda biriktirdiğim ne varsa. Önce
oyuncaklarımı attım o kumbaraya. Aslında kumbaram da bir oyuncaktı, biliyor
musun. Kartondan ellerimle yaptığım çocukça ve bir o kadar komik. Derken ilk
arkadaşımın yüreğini attım o oyuncakların peşinden. Kumbaram dolunca yeni
kumbaralar aldım. Bu sefer ilk kumbaramı attım ikincinin içerisine. Sayısız
kumbara. Bir yandan sevgiyi biriktirdim ve bir yandan çoğalttım ben de çoğalırken.
En son birikimim sensin şimdilerde. Görmediğim o yüzün, tutmadığım o elin ve duyduğum
her bir sözcük ve tümce tarafınca zikredilmiş. Yazdım bir kenara tüm sarf
ettiğin kelimeleri. Onları da sığdırdım yüreğime.
Ben buyum işte: Hani
beğenmediğin o koca çocuk, hani yadırgadığın…
Neysem neyim, nasıl
geçtimse kendimden ama yine de evet bir düştün sen.
Bazen gözüm açık
gördüğüm ve asla da nihayeti olmayan. Ya sen hala görüyor musun o rüyayı. O hiç
rastlaşmadığımız parkta çay içiyor musun biz bir kere bile içmemişken. Tadı yok
ne içtiğim çayın ne o sade ve buruk kahvenin. Şekeri sendin oysa. Şekerli bir
kahveydi her içtiğim fincan ne de olsa eşlik eden sendin hayallerde.
Şekerli o çayların tadı
nasıl hani bana sevdiğini söylediğin. Ben hala şeker atmıyorum oysa. Zehir gibi
artık. Yemeklerin de tadı tuzu yok. Hiç paylaşmadığımız tabakların, dibi tutmamış
pilavın ve ekşimemiş tüm o yemeklerin. Ne de olsa yemek yapmak yoktur
maharetlerim arasında ve hep de yüksünmüşümdür bundan. Armut piş, ağzıma düş.
Bilirsin nasıl da tembelim hem de nasıl. Ama sevmeye meyilliyim ve telaş içinde
koştururum sevmeye başlamışsam bir kere.
Leo Buscaglia’yı
bilirsin büyük ihtimalle. Sevgiye âşık o ünlü yazar. Nasıl da etkilenmiştim
onun ekolünden çocuk aklımla. Amerika’dan esen bir rüzgârdı seksenlerin
ortasında. Hem onu okurdum hem de dinlerdim en nadide şarkıları: Love song bir
yandan, lonely bir yandan.
Haklısın maziden
bahsetmem yine sıktı seni. Ben buyum ama: geçmişinden kopamayan ve geleceği
planlayan. Derken kopuyorum andan ama kopamadığım onca çok gerçek var ki hatta
hayal ürünü olsa bile sen gibi.
Neyim ya da kimim… Ben
biliyor muyum sence… Bak hala çözemedim kendimi. İnsan olmanın kifayetsizliği
bir yandan sevgiye olan düşkünlüğüm diğer yandan. Tam bir sevgi arsızı hatta
sürekli başının okşanmasını bekleyen bir kedi yavrusu gibi.
Ben, yine ben ama
yapabileceğim bir şey yok haricinde. Ne de olsa oyalanıyorum kurcalarken iç
dünyamı ve hayatın gizemli kapılarını açıyorum kendimi bulamazken.
Mutsuz muyum sence,
cevabı bende saklı.
Mutlu musun bence,
cevabı sende saklı.
Ya sen kimsin… Boş ver
bunun cevabını. Sen sensin her nasıl ben bana aitsem. Aidiyet duygusu ise ayrı
bir seçenek tarafımca işaretlenmeyi bekleyen.
Ben O’na aidim sadece
herkesin ve senin de O’ndaki göreceliğimiz gibi. Mademki birer parçayız O’ndan
mütevellit sorgulama asla kime ait olduğumu ya da olmam gerektiğini.
Unutma, dualarım
seninle ve biliyorum ki mutluluk sana çok yakın. Bana yakın mı uzak mı
bilemiyorum ama arayışım bana dalga dalga mutluluk olarak geri dönüyor.
Bir armağandın oysa ve ne
yazık ki paketi kapalı olarak iade ettim posta servisine. Belki ben senin için
bir düş kırıklığı idim ama olsun. Her ne kadar kırık parçalar asla bir araya
gelemeyecek olsa da…