Kafka…

1883 doğumlu Praglı bir yahudiydi Kafka. Yahudi olmasından dolayı Almanlar tarafından sevilmeyen ve Almanca konuştuğu için de Çekler tarafından aşağılanan bir kimlikti ayrıca.

Hayatı boyunca yalnızlıkla ve zincirleme komplekslerle uğraşan yalnız bir adam, edinilen bilgilere göre ve yazdıklarına istinaden.

Özellikle otoriter bir babanın çocuğu olmak ve onun gözünde hak ettiği değeri görmemek temel sorunuydu. İç dünyası aşağılık komplekslerinin şekillendirmesi sonucu zorlayıcı ve bir o kadar da yıpratıcıydı. Bedeninden değil hoşnut olmak neredeyse iğrenme aşamasındaydı.

En önemli eserlerinin başında gelen Değişim şu cümleyle başlar:

‘’Gregor Samsa bir sabah korkulu bir düşten uyanınca, yatağının içinde kendini korkunç bir hamamböceği olarak buldu…’’

Babasını bitmek bilmez aşağılamaları ve otoriter kimliği onu öylesine yıldırmıştı ki tek isteği bir aile kurmak oldu. Bu vesile ile de aynı kadınla iki defa nişanlandı. Fakat onun evlenmesine ket vuran aşağılık komplekslerini hiçbir zaman aşamadı. Ve tek yaptığı aşk beslediği kadınlara yazdığı mektuplardı.

En büyük aşkı olan Milena isimli kadın ile üç sene mektuplaştılar. Ve geçen zaman zarfında sadece iki üç kere görüşebildiler.

Ona duyduğu ölümsüz aşk hep mektuplarında dillendi. Öylesine tutkulu ve imkânsız bir seyirdi ki bu izafi aşk, Milena’ya Mektuplar adlı başyapıtında şöyle dile getirmiştir duygularını:

‘’En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın ben de durmadan deşiyorum içimi o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki…’’

Zamanın Avrupa’sı o denli çalkantılı bir dönemden geçiyordu ki bu yazdıklarındaki depresif ve karamsar tabloyu daha da ağırlaştırdı.

Buna rağmen az da olsa bir ümit ışığı gözlemlenmektedir eserlerinde.

Milena’ya duyduğu imkânsız aşk her bir mektubunda ve her bir cümlesinde o denli göstermektedir ki kendini…

Sınırları ihlal edilmiş bir aşktan öte kavuşmanın olanaksızlığı ile çırpınan mutsuz ve dirayetsiz bir adamın iç dünyasının yansıması ve olabildiğince süren mutsuzluğu.

‘’Ah Milena. Denize düşmüşüz sanki elimizde olmadan oraya oraya sürükleniyoruz. Boğulmuyorsak, bu da kötülük olsun diyedir.’’

Delice tutkun olduğu bir kadın ve kavuşmalarının imkânsız seyri…

‘’Bildiğin gibi değil Milena… Kadınlığın önemli değil! Sen benim için el değmemiş bir kızsın, senin gibi apak biriyle karşılaşmadım ki. Böylesine arınmış birine el uzatmak için yürek ister. Benim elim kirli, titrek, kararsız. Kimi vakit pençeyi andıran bu terli, bu soğuk eli nasıl uzatırım sana?’’

Kafka’nın uğruna sayfalarca mektup yazdığı Milena Praglı aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmişti. Onun da babası ile aşamadığı sorunları vardı. Âşık olduğu bir Yahudi- Alman uğruna çok büyük sarsıntılar yaşamıştır hayatında. Öncelikle babasının karşı çıkması ve yine öz babası tarafından bir sinir kliniğine kapatılması da bunun sonucudur.

Milena, babasıyla olan bağını kopardıktan sonra çeviriler yapmaya başladığı dönemde Kafka ile tanışmıştır. Sonuç itibariyle bir içsel bağa döndü etkileşimleri.

İki karakterinde hayatlarında önemli yer tutan baba figürü belki de yakınlaşmalarındaki en temel etkenlerin başında gelmektedir.

Franz Kafka, hayatı baştan kaybedilmiş bir savaş olarak görse de bıraktığı eserler, onu hayatı yenilgiye uğratan ender insanlardan biri yapmıştır.

Genç bir yaşta hayata veda eden Kafka, eserlerinde insanın gizli saklı kalmış korkularını, burjuva yaşamını, sahte aile ilişkilerinin ve bürokrasinin delirten işlerini gözler önüne serer.

Aslında aşk, Kafka’nın çektiği tüm acıların sorumlusudur. Ve Milena’ya yazdığı mektuplarda bu acı giderek artar. Mektuplarla başlayıp mektuplarla devam eden aşkıdır aslında Kafka’nın sonunu hazırlayan.

Beklenti seviyesi mi belirleyendir aşkın uzlaşımını yoksa katıksız bir sevgi midir aslolan bir o kadar yalın ve her hangi bir gerekçeye bağlı olmaksızın…

Sevmek midir zor olan yoksa kendimizden çok sevme ihtimalinin yürekte bıraktığı o derin iz ve hüzün müdür…

Sonsuz da değil üstelik adına ömür denen ve kalpte yaşatılan o tuhaf ikilem bir o kadar çözümsüz ve kavuşulması imkânsız.

Yanılma ihtimaline rağmen bağlanmak birine hatta kendinden bile çok…

Kafka’nın yaşama sımsıkı sarılmasındaki etkili o gizemli kadın. Dile gelen duygular mektupların dili olmuş. Hastalığın pençesinde iki insan biribirinden olabildiğine uazak belki de manen çok yakın. Dile gelen o özlem seyrini nasıl da ılımlı bir hale getirmekte bu aşkın. Ve Kafka’nın eşsiz bir dışa vurumu nüksederken şu satırda:

‘’Şimdiye kadar hayata dayanamayacağımı aklımdan geçirir, kendimden utanırdım. Oysa sen şimdi bana dayanılmaz şeyin yaşam olmadığını kanıtlıyorsun.’’

Kelimelerin cezp edici o vurgusu ve işte aşkın tecellisi.

Yakıcı mıdır yapıcı mıdır aşk?

Yoksa bir hayal mi imkânsızlığın uç boyutlarında bir araya gelmek?

Kimi kendine dahi katlanmazken uzaklardan bir el uzanır ve değiştirir süreci. O dayanılmaz varlık bir anda eşsiz bir hazineye döner bir başkasının nezdinde.

Naif bir içerik, vurucu kelimelerle Kafka’nın Milena’ya duyduğu sevgi.

Ne kıyası mümkün günümüz aşklarıyla ne de imkânsızlığı çözümlenebilir.

Belki sonunu hazırlayan belki de yaşadığı o kısacık ömürde onun umutlarını ve iç dünyasını doyurup besleyen…

 

( Kafka Aşka Dair... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 13.08.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.