Karanlık tüm kenti bir anda kapladı. Bu kaçınılmaz gibi görünüyordu. Hava kararmaya yüz tuttuğunda yanmaya başlayan sokak lambalarının çaresizliği görülmeye değerdi. Akşam vakti iş çıkışı insan kalabalıklarıyla dolup taşan sokaklar tenhalaşmaya başladılar. Otomobil deryası gittikçe kuruyan bir akarsuyu andırıyordu. Mustafa saatlerce yürüdükten sonra bir bankın üzerine oturdu. Bu kadar yürümek aslında hiç de âdeti değildi. Son bir buçuk aydır kendini bilmez bir biçimde daha önce hiç bilmediği, hiç tanımadığı yerlerde geziniyordu. Bankın olduğu sokak oldukça ıssızdı. Birden bire konuşmaya başladı.
-          Beni rahat bırakır mısın?
-          Hayır, bunu yapamam.
-          Neden?
-          Çünkü bu benim elimde olan bir şey değil.
-          Kimin elinde peki?
-          Elbette ki senin elinde, sen istersen seni rahat bırakabilirim ancak.
-          Saçmalıyorsun.
-          Bu senin yabancı olduğun bir eylem olmasa gerek. Sende sık sık saçmalamıyor musun sanki?
-          Bana laf kalabalığı yapma. Senden yalnızca beni rahat bırakmanı istiyorum o kadar.
-          Bende bunun benim elimde olan bir şey olmadığını sana anlatmaya çalışıyorum. Zaten bunu seninde biliyor olman lazım. Ben sen istediğin için buradayım. Beni sen çağırmadın mı?
-          Hayır, ben çağırmadım.
-          Evet, sen çağırdın hatta gitmemi isterken bile yaptın bunu farkında değil misin?
-          Hayır, değilim.
-          Beni sen oluşturdun, sen seslendiriyorsun, sen çağırıyorsun ve şimdi de gitmemi istiyorsun öyle mi?
-          Evet
-          Öyleyse benim gitmemi düşün, bende gideyim. Ben senin gibi gerçek değilim. Bu yüzden kendi isteğimle gelip gidemem. Sen beni nasıl düşünürsen öyleyim işte.
-          Bir hayal ürünüsün, hem de benim oluşturduğum bir hayal ürünü öyle mi?
-          Evet.
-          Buna inanmamı beklemiyorsun öyle değil mi?
-          Ben senin neye inanıp neye inanmayacağını belirleyecek kişi değilim.
-          Bu kadar küstah olmanı da mı ben istiyorum yani?
-          Evet
-          Deliriyor muyum neyim?
-          Delilik ince bir çizgidir. Kim deli kim akıllı buna kadar vermek deliliğin kendisi değil de nedir? Kimseyle konuşamadığın için beni oluşturdun belki de, belki de kimse senin dertlerinle ilgilenmediği için. İnsan ruhu çeşitli bentlerden oluşur. Yaşadığımız olaylar o bentlere dayanan sulardır. Senin son yaşadıklarınla bentlerin yıkıldı. Yeni bentlere ihtiyacın var. Bu durum her insanda farklı gelişir. Sende de farklı gelişiyor. Kimileri içine atar, kimileri herkesle konuşur, kimileri şiddete başvurur ve kimileri de senin yaptığını yapar.
-          Ne yapıyormuşum ki ben?
-          Bilinçli halin ve bilinçaltın yeni bir bent oluşturmaya çalışıyor. Bu gayet normal bir durum, önemli olan bu bendi nasıl oluşturmaya çalıştığındır. Bilinçaltın seni tedavi etmek için uğraşıyor. Ben seni tedavi edecek sürecin bir parçasıyım. Öncelikle işe yıkıntıları temizlemekle başlayacağız. Yeni bent inşaatında eski bendin parçalarını kullanmazsak daha sağlam olur.
-          Seni anlamıyorum, saçma şeylerden bahsediyorsun. Bent de neyin nesi?
-          Yalan söylüyorsun, beni seslendiren sensin. Kendi cümlelerini nasıl anlayamazsın? İnkâr işimizi zorlaştırır. Öncelikle kabul etmelisin.
-          Neyi kabul etmeliyim? Yenildiğini kabul etmelisin, bentlerinin yıkıldığını kabul etmelisin, acılarını kabul etmelisin, yaralandığını ve yaralarını kabul etmelisin. Beni kabul etmelisin. Tüm bunları kabul etmelisin ki bu kapıyı kapatıp yeni bir kapı açabilelim. Oyunun kurallarını ben koymadım ve sende koymadın. Oyunun kuralları bir kapı kapanmadan bir diğerini açmamıza imkân vermiyor. Acı ve yenilgilerle kapalı bu kapıyı kapatmalıyız.
-          Haklısın, şimdi senin bu söylediklerini aslında ben söylüyorum o zaman.
-          Evet
-          Öyleyse ben kendi kendimle konuşuyorum.
-          Evet.
-          O zaman sana ne gerek var?
-          Bu soruyu kendine sormalısın.
-          Ama sana soruyorum işte, cevap ver.
-          İşleri kolaylaştırmak ve bir sisteme bağlamak için bunu yaptın. İnsanın bir başkasıyla konuşması kendisiyle konuşmasından daha kolaydır.
-          Haklısın, şey yani haklıyım.
-          Şimdi bir yabancıymışım gibi anlat olanları bana, anlat ki bu kapıyı kapatabilelim.
-          Madem sen bensin ve ben senim o zaman anlatmama ne gerek var? Zaten olanı biteni biliyorsun.
-          Evet, biliyorum ama bildiklerim işimize yaramıyor, seninde işine yaramıyor. Zaten yarasaydı ben burada olmazdım, sende bu halde olmazdın.
-          Haklısın, başlıyorum o zaman.
-          Dinliyorum, buna bir tür baca temizleme olayı diyebiliriz bu duruma.
-          Her şey bundan bir buçuk ay önce başladı. Normal ve sıradan bir insan olarak hayatıma devam ediyordum. Hayatımdaki en büyük heyecanlar televizyon dizilerindeki ve izlediğim filmlerdeki aksiyonlardı belki de. İşten eve, evden işe sıkıcı bir hayatım vardı. Şimdi bahsederken sıkıcı diyorum ama yaşadıklarımdan sonra o sıkıcı hayatımın ne kadar huzurlu olduğunu anlayabiliyorum. Beterin beteri varmış, öğrendim. Halimden şikâyet etmemeliyim belki de, kim bilir belki de şimdi yaşadığım kötü durumdan daha kötüleri beni bekliyordur geleceğin silik sayfalarında kim bilir? Asında tam da bu yüzden korkuyorum.
-          Neden korkuyorsun?
-          Yani tüm bu yaşadıklarım sanki şikâyet ettiğim için başıma gelmiş gibi geliyor. Sanki şimdiki bu halimden de şikâyet edersem daha kötüsü başıma gelecek gibi hissediyorum.
-          Sende çok iyi biliyorsun ki bu yalnızca bir teori.
-          Ama sanki yaşadıklarımla ispat edilmiş bir teori gibi.
-          Tamam, bir de şu açıdan bakalım yaşananlara, diyelim ki bu yalnızca teori bir gerçek ve diyelim ki yaşadıkların durumundan şikâyet ettiğin için başına geldi. Yani yaşadıklarından şikâyet etmeseydin bu sıkıntılar hiç başına gelmeyecek miydi?
-          Bunu hiçbir zaman bilemeyiz.
-          Peki, hiçbir zaman bilemediğimiz bir şey için kendimize zarar vermeye değer mi?
-          Ne tür bir zarardan bahsediyorsun?
-          Bu yaklaşımın bence hiç faydalı bir yaklaşım değil, aksine zararlı ve uyuşturan bir yaklaşım.
-          Nasıl yani, şikâyet etmekten vazgeçip kabullenmenin neresi zararlı?
-          Bu seni köleleştirir ve bağımsız düşünmene engel olur. Lüzumsuz şikâyetlerden bahsetmiyorum elbette. Düşünen ve özgür bir birey tepkiler vermek zorundadır. Bu yaşamının temelini oluşturur. Zaten şikâyet etmeyen, tepki göstermeyen bir varlık olamazsın. Yaratılışın icabı bunun gerçekleşmesi imkânsız. Pardon imkânsız değil, ama olumsuz etkileri olan çok zor bir iş bu. Şimdi bunları düşünmeyi bırak ve asıl meseleye dön.
-          Sıkıldım bu konuşmadan.
-          Hayır, sıkılmadın rahatsız oldun. Ama bu iyiye işaret şimdi devam et.
-          Ben kendi halinde bir memurken, kanunları uygulamak görevi olan bir amir tarafından son derece kanunsuz ve dikta edici bir biçimde başka bir işi yapmaya zorlandım.
-          Yani bir haksızlığa uğradın.
-          Evet, öyle de özetleyebiliriz. Ben önceden devlete ve kanunlara saygılı ve inanan birisiydim. Şimdilerde ise ne kanunlara, ne hukuka ne de devlet adamlarına güvenim ve inancım kalmadı.
-          İnançların yıkılması oldukça zor ve bir o kadar da tehlikeli bir durumdur.
-          Neden?
-          Çünkü inançlarının üzerine inşa eder karakterini ve dahası davranışlarını insan. Karakterinin ve yaşama biçiminin temelinin olmaması demek ruh halinin tamamen yerle bir olması demektir. Bunu bir binaya benzetirsek tüm binanın temelden yıkıldığını hayal et. Bu oldukça kötü ve tehlikeli bir durum. Yapısı gereği insan devamlı inanmak ve güvenmek ister. Ruh sağlığı bunlara bağlıdır. İnançları yıkıldığında ve güveni başa çıktığında tüm biriktirdikleri yerle bir olur insanın, sana olan da bu.
-          Peki, ne yapmak gerekli?
-          Bunu beraber bulacağız. Sonra ne oldu?
-          Sonra başıma gelen bu haksızlığı engellemek için güvendiklerime gittim. Ama hepsi bana ihanet ettiler. Hepsi bana ihanet ettiler. Hey nereye gidiyorsun?
-          Çok… öfkelisin… bilm…iyo…um.
-          Hey, buraya gel, buraya gel…
            Mustafa ıssız sokakta bir başına bağırıyordu. Sokak başındaki birkaç insan Mustafa’ya şaşırarak ve korkuyla bir an baktılar. Mustafa birden bire toparlandı ve hızlı adımlarla ters istikamete doğru yürümeye başladı.

( Deliliğin Çizgisinde başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 11.08.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.