Yine 70 li yıllardan bir anının terennümüydü anlatılan…

O yılarda Ankara’nın Altındağ ilçesine bağlı olan bir gecekondu semtiydi.
Hayatımızın nasibi muvacehesince tercih edilen ve iradi olarak karar verilen bir ahşap evde oturuyorduk.

Bin metrekare alana bir gecede kondurulan lakin muhtelif kapıları bulunan beş altı evin bir avluyu paylaştığı mekânlardı.

Sokaklar oldukça dardı. Son derece engebeli bir arazisi bulunuyordu.
Hani derler ya kırk çeşit millet diye…

Ülkemizin birçok vilayetinden, kasaba veya köylerinden bir iş umuduyla gelinen
O zaman dilinimde "enkara" denen bir paylaşım kentiydi…

Bir parti asabiyeti bulunuyor ve hatta yokluğun önünü alacak kadar gündem oluşturuyordu.

Henüz yaş olarak bir er kişiliğe erişmeme rağmen, bu zamana kadar yaşadıklarım halime o kadar çok yansımış ve bir badire karşısında öyle alışa gelmiştim ki birçok şey olağan hale gelmeye başlamıştı.

Henüz o yıllarda evimizin geçimiyle birer bir sorumluluğum bulunduğundan yaşadığım hicranlı yıllar sanki melalime enjekte edilen aşılar kıymetindeydi.

Mahallemizde çok farklı ahlaki değerleri bulunan insanlar vardı.
Manadan ya bizler habersizdik veya günübirlik hayatta hiç esintisi bulunmuyordu.

Arkadaşlık yapacağım yaşıtlarımı bulmakta o kadar çok zorlanıyordum ki anlatmam. Çünkü her birinin bir müştereklik anında gözlemlediğim çok tuhaf, rencide edici, hevesini gerçekleştirmek için neler yaptıklarına şahit oluyordum.

Doğrusu bizim aile yapımızda da çok duyarlılık kazandıran bir durum yoktu lakin bu yaşıma kadar yetiştiğim çevrem, mahallem, sokağım hiç buraya benzemiyordu.

Zevkler ve tercihler o kadar farklıydı ki bir kaygı yaşamamaktan kendimi alamıyordum.

Amca dediğimiz yaşlı insandan kulaklarımızı yırtarcasına duymak zorunda kaldığımız küfürler hala kulaklarımı çınlatır.

Teyze dediğimiz yaşlı kadınlar kendi aralarında o kadar dertliydi ki, geçinmek ve evinin nafakasını temin etmek adeta onların sorumluluğunda gibiydi.

Fakat her iki tarafta da en çok fark edilen cihet sevginin adeta yok satmasıydı.
İzzet, hürmet, şefkat, himmet, sahavet, muhabbet sanki bu mekânların ve sakinlerinin yabancısıydı.

Her ne kadar yokluk her tarafı kuşatmışsa da bir tebessüm her halde bir ücrete tabi değildi. Aranırdım, sorardım kendi ilklerimi yoklardım neydi bu cimrilik diye.

Fakat yapabilecek çok bir şey yoktu, hani bir hastalık sirayet eder ya tıpkı onun misali her bir yanı kasım kavuruyordu.
Şiddet, hiddet, husumet, adavet…

Yokluğun neler yaptırdığına çok yakinen, içim parçalanarak şahit olmuştum.
Bir teyze vardı biraz kilolu olan, çok fazla olmasa da yaşlıydı, her aile gibi onlarında geçim sıkıntısı vardı.

Altı yaşlarında bir oğlu, on altı yaşlarında da bir kızı bulunuyordu. Kızı alımlıydı, kendi halinde annesiyle birlikte hayatını ikame ediyorlardı.

Mahallenin ahlaki sorunu bulunan birçok genci bu zavallı insanları taciz ederlerdi. Kız çocuğuna annesinin yanında dahi son derece üzücü kelamlar ederlerdi.

Bu duruma şahit olmam bana o kadar ağır gelirdi ki çoğu kez dayanamazdım atılırdım, kavga ederdim bu eğitimsiz canlarla…

Çok ilgili değildim, kendileriyle bir çift kelam bile etmemiştim lakin bu insanlar sana ne bir çıkarın var mı neden sahipleniyorsun diye beni Pasifize etmeyi başarırlardı.

Bir kenara çekilirdim ve kuytu sessizliğimle melalime yaşları akıtırdım.

Bazen merak etmez değildim, neden polislere haber vermiyorlar diye fakat o yıllarda polis bile çare olmaktan çıkmış diye her bir insan nakarat halinde beyan ederlerdi.

Rüşvet, yolsuzluk, gayri ahlaki konular kimlerin ağzında değildi ki!

Zaten bu zavallı aileyi bir kimseye şikâyet edersen, edecek olursan gece baskın yaparız diyerek her zaman korku salıyorlarmış.

Bu gençlerin birçoğu esrar satıyor ve silah taşıyorlardı, gün içinde kim kime!
Ailemizin tek erkek çocuğu olduğum için annem üzerime çok düşerdi.

Bak oğlum senin kimin kimsen yok, bu adamların arkası çok seni perişan ederler, gecenin karanlığında senin başına bir iş açarlar sakın ha bunlara bulaşma yoksa hakkımı helal etmem diye çok uyarılar yapmıştı.

İlerleyen bir gün bu gençlerden birisi gece yarısı bu ailenin evinden çıktığı haberi konuşuluyordu. Bu haberin yayılması üzerine başka gençlerde aranmaya başlamışlardı.

Normalde her sabah 05.30 da dört yol üzerinden sitelerin yolunu tuttuğumuzdan çalıştığımız iş yerine ulaşmak için, zaten gün içinde neler olduğunu bilemezdim.

Akşam 20.30 da ancak evimize yorgun düşerdik. Bir soluklanmak adına sokakta ki gençlerden duyduklarımız içler acısı olan durumlardı.

Bir akşam işten gelirken dört yolda önümüzü bazı gençler keserdi. Sigara para talep ederlerdi, vermek istemeyince çok olduklarından tehdit ederek neticeye giderlerdi.

Artık arkadaşlarımın başlarına gelen bu durum karşısında asla seyirci kalamazdım. Bir müddet ne yapmalıyım sorgusundan sora mahallemizde Kadir isminde bir arkadaş vardı, onun uzak doğu sporlarıyla uğraştığı anlatıldı.

Kadirin yanına giderek hal hatıran sonra benimde ilgi duyduğumu beyan ederek, yardımcı olmasını talep ettim. Sağ olsun memnuniyetle diyerek gönlümü aldı.

Fakat onların gelir düzeyleri çok iyi olduğundan işe gitmiyor ve diledikçe solona gidiyormuş. Ben ise işten fırsat buldukça gidebilecektim.

Nihayet kararımı vermiştim, mutlaka gitmeliydi. Çünkü o zamana kadar bizle karakucak dövüş ve savunması yapardık.

O zamanların meşhur İsmet İraz hocamızdı. Çalışmalara başlamıştık, işten çıktıktan sonra gece 23.00 kadar çalışıyorduk.

Benim çok yakinen bilmediğim Kadir salonda hocalık yapıyormuş ve siyah kuşakmış. Doğrusu şaşırmamış değildim. Çünkü Kadiri artistik hareketleriyle daha çok tanımıştık.

Yine bir akşam arkadaşlarla eve doğru geliyorduk saat 23.45 civarıydı.
Kadir her ne sebeple olduğunu bilmiyorum gecenin yarısında bir bina istikametine doğru ıslık çaldı.

Tabi biz pek oralı olmamıştık nihayetinde kadirdi çalan bir bildiği vardı muhakkak
Kabilinden ilerlemek istiyorduk.

Dr. Sami ulus çocuk hastanesi yanında duyduğumuz acı bir frenle irkilmiştik.
Bir piyasa taksisi bize doğru aracın camından seslenerek hadi bekliyorum dedi.

Biz bir şaşkınlık yaşadık doğal olarak ve Kadire baktık, çünkü ıslığı çalan kendisiydi. Kadirden bir ses çıkmıyordu. Biz daha çok şaşırdık.

Taksici dört yolun müdavim şoförü olduğundan gözü pek ve belası eksik olmazdı.
Kadirden bir ses çıkmayınca biz hemşerim sana çalmadık arkadaşını çağırmak için çalmıştı Kadir arkadaşımız deyiverdik.

Taksici ikna olmamıştı ve eline koca bir sopayı alarak bizlere doğru geliyordu.
O kadar enteresan ki biz dört kişiyiz ve taksici bir kişi. Fakat o bizim üzerimize geliyor.

Kadir bizim içimizde hocalık yaptığı için ona karşı bir güvenimiz vardı. Teknik konuda bizlerden çok iyi durumda ve daha iri yapılıydı.

Taksici gecenin bu saatinde beni değil de belanızı mı arıyorsunuz diyerek sopayı kaldırmaya yeltendi. Adama bir yanlış anlaşılma var kusura bakma diyerek zor ikna ettik ve Kadirin gerçek yüzünü bu saya de keşfetmiştik.
 
  Mustafa Cilasun

( Beyan Uygulamayla Orantılı Olursa Makbuldür! başlıklı yazı Yazan Adam tarafından 26.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.