Kaygılarla örselenen şu gönlümün çardağında uzak çölleri izliyorum

Yudumlara bölünüyor her gece hayat, ben aşkın şiirlerini istifliyorum

Senli anılar dönüyor yorgun usumda, ıslak bulutları güneşe seriyorum

Özlemin çadırları çürüdü yar, kum fırtınaları başladı gelmiyor musun?

 

Sevdayı okşardı savaklar, şırıltılı bir nakarat olurdu zaman, ürperirdi aşk. Yeryüzünün tüm saklılarında adım dolaşırdı, ben tıknaz yüzümün kıvrımlarına sevginin resmini yapar iken. Sarnıçlarda eskimiş yolculuk anıları olurdu geçmiş, yorgun kervanların sırrıyla örselenirdi hayat. Kırık düşler sunağında ben adresini arardım, kan revan içerisinde uyanmadan uykulardan. Dilin alışkanlığı olurdu adımın, soylu sevişmelerin fısıltılı sessizliğine henüz soyunmadan an.

 

Avını ağına dolayan örümceğin tahtını sallıyor rüzgâr, tenlerde iplik aşkla örülür iken. Korkuyla kıvranıyor av, şaşkın rotasında hayatın kadere ördürür iken yazgısını. Her kareye şiir iliştirir menzilde bir adam, iç sesini yâre duyurmak ister iken. Anları hapseder avuçlarına, sevda sus pus olur yüreğinin kıvrımlarında. Aşk kırık sesi olur özlemin, sevda inatçı günlerin cezvelerini sürer sevginin isli ocaklarına.

 

Biçildikçe sarı başaklar toprak güneşle öpüşür, gece inmeden yanık ovalara. Gün kendi eksenine çekilirken insanlar sapla samanı birbirinden ayırarak yarınlara umut istifler. Kayıp sırları ışıtır aynı anda ateş böcekleri, yağmur sepkenini yudumlar tarla kuşları ve uzaktan duyulur sevdalı ceylanların meleyişleri. Suskunluğu içer baykuşlar, devrilir gece tersine ve üşür bir adam yazdığı günlüğün hüzzam penceresinde.

 

Dudak arayan ten boşluğuydu hayat, terli fısıltılarla adımı mırıldanırken sevda. Eski kapılı trenler aşk taşırdı uzaklara, kangren surlar kendi gölgesini koruyamazdı. Düşler ülkesinin şarkıları ezgiyi süzer, ıslak tülbentler güneşin bakışlarını silerdi. Madımak seherinde sevginin varlığını özlerdim iç sesinin, kırık zulasında yaşamın biz sessiz bir çığlık olup birbirimize sokulurduk.

 

Kendini suda izleyenlerin sıratıdır hayat, kalburüstü yaşamların mevsimlerle takasıdır. Hızla akan suların ve hazla sıvanan duvarların altında kalan kıymık örselenişiyle tarumar vakitler harcarız durmadan, günlüğümüzde hazin bir sevdadır an. Kırık iç sesimizi bunun için kimseler duymaz, bu yüzden aşk kangren bir yaradır ilaç kar etmez. Sırları denizlere taşıyan suların kahrını örten bulutların yelesinde gezer düş ülkelerini sevda bakışlım umut, korkular sağdığın memeyi sevgiyle öpmez isen coşkular tenini terk etmez.

 

Toprakla kutsanmış ruhların valsı var derinlerde, dudakta şükür, yürekte huzur. Damlaya azmeden ve toprağa düşüren bakışın gülüşü var bir yerlerde, adını sulara nakşeden, şanını icraatlarıyla fark ettiren bu küre etrafındaki ışık siluetine diz çöküp sarılmak vakti. Düşler pınarının ne kapısı ne kilidi vardır, nasıl girileceğini gösteren tek yön tabelası gönül dergâhındadır. Aşk tutkunun salında giden o soylu beden, dokunmasız birlikteliklerin en yaşanası serenadıdır.

 

Yine en başa sarmakta gün, yıkık ağaçları sıvazlayan güneş kapısını aleve kapatıyor. O kıymık yığını ovalarda rüzgârın şarkısı duyuluyor. Koyu gölgeliklerde yaşlı bedenler terli alınlarını yelle buluşturuyor. Dağlar tozunu üfürüyor ovalara buralarda yar, usumun kırık ahengini özlemin doyuruyor.

 

Enjeksiyon kokulu yataklara çöreklenirdi hüzzam bir ayrılık yeli, ağrıyla örselenen bedenler toprağa verilince. Geride kalanla başını alıp gidenin öyküsüydü hayat, dilde kavrulurdu hatıralar ve ipe çekilirdi hep pişmanlıklar. Çerçevelerde kalan yüzleri okşardı biçare gözler, titrek eller kendi içine asi bir yumrukça çöreklenirdi. Uzak dağlarda düğünler olurdu, cılız bir ağaç gölgeliğinde aşk halaylara dururdu. Yorgun topuklarımız hayatı adımlar iken o dağlardan ölülerin ruhunu yıkayan sular akar gelir ellerimizi bulurdu. Aşk ve sevda sevişirdi sıvası dökük odalarda, aşk alacağını alır çekilir, sevda seven dillerin en anlamlı türküsü olurdu.

 

Kaygısız günleri cepten harcayan mevsimleri devirirdi bir adam, kürekte dünlerin çentiği sızlardı. Aynı duvarların yıkık gövdesinde ayrık otları büyürdü, dağılmış başakların satır aralarında kangren davaları saklardı an, o adamın saçlarına hatıralar üşüşürdü. Güneşi okşardı bir kadın yorgun yüreğinde, durdurulamayan suskuların hücrelerinde en çok yaşam üşürdü.

 

Dalgayı kucaklayan kolların askılarında birikirdi denizin tuzu, asil bakışların uzakları izlerken. Cam kırılırdı suda, su akarken kendi derinliğindeki veda ile. Açılırdı göğsünün laleleri rüzgârla, avuçlarımda hazin bir yokluk olurdun. Anları hapsederdi insanlar bir daha bakmayacakları karelere, düş fesat bir tohum olur kabuğunu kıramadan çatlardı. Özlerdik bize ait dünleri yapayalnızlığımızda, kelimeler sükûtu emzirirken ruhumuzda, hayata ole diyen isimsiz bir çocuk aşka ağlardı.

 

Selahattin YETGİN

( Hüzünlerin Sessizliğinde Soyunur An başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 23.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.