İstemsiz yargılar bir
kez daha rotayı şahsıma çevirdi. Bilemezdim ki bu sert poyrazın tüm
tomurcukları çalacağını. Dikenleri de yetmedi üstelik. İçten dışa yolculuktu ve
bir de bakmışım ki döngü kırmış bu dengeyi. Dengesizlik diye addedilen iki
kefesi orantısız bir düzenek. Söylemişlerdi de inanamamıştım ve hatta bir o
kadar öfke katsayım artmıştı. Meğer ne haklıymış işin erbabı olanlar.
Tükenen ne duygular ne
de istekler. Mecal de yetmez oldu artık. Gitme vakti. Terk edilmelere olduğum
kadar terk etmelere de antrenmanlıyım. Hiçbir gözün aramayacağı da gün gibi aşikâr.
Olmam gereken her ne
ise tüm iyi niyetimle sığınmışımdır rolüme ama içten geldiği kadar. Ne abartı
ne eksik ne fazla. Avuçlarımla boşalttığım su artık boğazıma kadar geldi. Battı
batacak tekne. İşe yaramadı. Hiçbir zaman da sonunu getirememişimdir. Her
kafadan çıkan bir ses. Kime uysam bir şekilde başka bir atak ile aldım boyumun
ölçüsünü. Gerçek ve yanılgı nedir onu da çözemedikten sonra artık teşebbüs de
etmem. Belki sitem belki de yılgınlık. Sevginin boşluktaki bir balon gibi uçup
gitmesi ve körelmek bu olsa gerek.
Acımam zira acınacak
hale düşmek an meselesidir. Acınmak ise ölümden beter. Aslında tahmin etmiyor
da değildim sonun başında olduğumu ve biliyordum aşırı bağlılık duygusunun
baltayı taşa vurmak olduğunu.
Tek çiçekle ne bahar
geçer ne de ömür. Aslında geçirebildiğim tüm mevsimleri değil tek çiçekle hep
dikenlerle geçirmişimdir.
Zaman aşımına uğradığım
da bir diğer kabul etmem gereken şık. Komik mi acı mı? Sanırım işi deliliğe
vurmak en güzeli. Zamanın kifayetsiz varlığı bir kez daha gösterdi yüzünü.
Zaman ve insan ve tüm çıkmaz sokaklar. Güzellikler ile bezeli bir hayat bir o
kadar acımasız da ve ne yazık ki denk düşen hep bu menfi yönleri oldu hayat
denen ruletin.
Asla yüksünmedim de
üstelik ve bir o kadar telaşa kapıldım nöbetteyken. Kıt kanaat düşlere yelken
açtım da ne oldu… Elde var hüsran. Ya da canhıraş telaşlarla boy gösterdim onca
mecrada kimden kuru bir onay aldım ki… Kim bilir belki de ben yeterince kıymet
bilmediğim kıymet bilinmenin arayışındayken.
Yalancı aşklar, yalan
dünyalar ve bitmek tükenmez bir yalan deryası. Pek tabii ki güzelliklerin de
olduğu bir alan ve değer gören, görmeyen kim varsa ve ne geliyorsa elinden.
Elden gelen buymuş ve yapmam gereken: İki el bir baş için kısaca tarih yine
tekerrür ediyor. Kıdemli bir sancının yeniden nüksettiği kronik bir hastalık
benimki. Henüz tedavi olma ihtimalinin bile bulunmadığı bir rahatsızlık.
Dermanı yine O’nda hep de olduğu gibi. Zira hiçbir kul kâfi gelmez dozajın ne
olması gerektiğine.
Tek gereken uzun
zamandır unuttuğum boş vermişlik. Unutmak değil de haz etmediğim bir
kavram. Değer verdiğim tüm kavramlara
ket vurulduğu için bana kalan son seçenek.
Göz pınarlarım kuruduğu
için boğulma tehlikesi geçirmeyeceğim de gün gibi aşikâr.
Varsın mutlak değerler
çarpsın birbirini eksi ve artı haneleriyle. Çoktan yutan eleman vurdu bana son
darbeyi. Ve beni de yuttu kendi pervasızlığında. Matematiğin gücü aslında kabul
görmesi gereken tek bilim dalı. Daha önce de sıfır denen bu boş ve yuvarlak
sayı tarafından sonsuza intikal ettiğim için ne hane sayım önemli ne de
kapladığım alan. Hoş, alan itibariyle kocaman bir boşluk yer ihtiva ettiğimi
sandığım…
Yıkıcı, savurucu bir o
kadar dipsiz bir boşluk. Adeta bir hengame vakitsiz telaşların ve tükenmişliğin
dalga dalg yükselip alçaldığı. Hatta anlamsız ve yıpratan bir döngü. Anlama
dürtüsü de afaki ve derken anlatmanın mümkün olmadığı.
Barınan o kadar çok şey
var ki bu garip ve tezat varlığın tahayyül ettiklerinden. Çoğunlukla muzdarip
emsalsiz istemlerden, sevinin aczi yeti, kulluğun yetersiz kaldığı ve O’na
gereksinim duyduğum ahenksiz bir melodi. Genelde makamın belli olmadığı ve
notaların tatlı ve iç burkan dansı.
Tek kişilik bir oyun
ömrü çalan. Kıyameti bekleyen bir ruh yaşamın acıttığı. Karşılıksız ne varsa,
adlandıramadığım. Bir kayıp var olmanın dayanılmaz ağırlığının eşlik ettiği…
Gizemse gizem,
yalnızlıksa yalnızlık ya da ketum ve sessiz bir dirayetsizlikle kaçan, saklanan
bir benlik. Sonuçta ben bana aidim bu yüzden de ben karar veririm mekanizmayı
yönetirken. Böylesi bir dünyada ben kim oluyorum da güven ve sevgi
mahrumiyetinden dem vuruyorum.
Neysem neyim ya da
kimsem kimim. En azından belli bir kimlik ve oturmuş bir karakter:
İnmem gereken son
duraktayım. Tıklım tıklım dolu otobüs. Binmem zor olmuştu ama terk etmek daha
da zor. Bakın nasıl da kaçışıyor insanlar. Ne de olsa gemiyi son terk eden hep
kaptan olmuştur. Herkesin kendini kaptan sandığı otobüs ve gemi arası vasıtada
ne işim var ki… Aslında hiç binmemeliydim. Ne işim olur ki ve ne işim oldu ki
üzüntü ve hayal kırıklığının haricinde.
Kalan kalır hep de öyle
olmuştur. Ne el sallamışlardır ne de kuru bir hoşça kal demişlerdir. Hep derim,
silik bir gölgeyim diye. Gölgesi olmayan bir ağaç belki de. Bakın nasıl da
uzuyor gölgeler. Benimkinin haricinde tüm toprak verimli ve çiçek dolu.
Güneşin ışığı yeter
bana, büyümek adına; her ne kadar ona ulaşmak ve onu görmek zor olsa da…