Yorgun ruhumun korkulara sarıldığı anların halaylarındayım

Dağınık gönlümde aşk alabora, yaşamın tam merkezindeyim

Solgun bakışlarıma kırık dökük anılar, mevsimlerin sonundayım

Susmuyor içimdeki yetim şiirler, kundaksız sevilerin seherindeyim

 

Suskunluk telveli insanları taşıyor tramvaylar, yorgun yüzlerde kırık parçalar. Durmaksızın ilerleyen anların raylarında eskimiş aşınmışlıklar. Aynı yer, aynı duraklardan geçiyorum, bir dolu, bir boş koltuklar. Kapılar açılıp kapanıyor umuda heyhat, kaybolan günlerin terkisinde kimi mutlu, kimi de mutsuz insanlar. 

 

O kaygılı iç sesimizin korsan koylarına nicedir sokulmuyor aşk. Değişime yenik düşmüş evrim mağduru an, mevsimlerin hazin rüzgârıdır göğsüme çarpan. Kınalı umutlar biçare unutuluşların güvertesinden sevdaya göz süzüyor, ruhumun kamarasında kundak artığı yangınlar. Yaz geçiyor üşümüş düşlerimin penceresinden, bulut yağmur kaçağı, ömrüm sevgiye tarumar. Gel de sustur yürek isyanlarımı, yokluğunda hayat bir yok, bir var.

 

Dağınık yargılar biriktiriyor insanlar kayıplarını toplayamadan evrenden. Aşkla değiş tokuş ediyorlar boyalı kâğıtları, günlerden hayat. Sırrı paylaşılmış mutlulukların izbe saraylarından ölüler çıkarılıyor, künyelerinde hüsran bağı. Yorgun dalgalar fısıltıyla sokuluyor yüzüme, mataramda sevda harçlıkları. Gül üşüyor yatakta nicedir, ruhumda dokunmasız coşkuların yanıkları.

 

O dingin vaktinde hayatın, mavi yalpayla vururdu kıyılara, insanlar hayal avlardı rüzgârın kanatlarında. Dev uçurtmalar sevinç taşırdı uzaklardan, Akdeniz’e sarılırdı mavi zerreler aşkın şarkıya dönüştüğü izbelerde. Çocuklar kumdan kaleler yapardı en saf coşkularla ve tamamlanırdı tüm parçalar minik elleriyle. O dingin masal artığıyla sevişirdi an, mevsim yanıkları düşmeden ruhlara dans ederdi başıboş kayıklar yine o boş sularda.

 

Aynı yükseğin yıldız serenomisinden izledim hayatı, gün kendine dönüyordu ufukta. Yalnızlıktan usanmış ruhlarını gezdiriyordu insanlar, özlemin bağrı açık, ruhu saçıktı. İçi boş cümlelerden saraylar yapanların ve ömrünü kangren sızılarla paralayanların düş sunağıydı hayat, suskun düşünüşlerin yanık tarlaları gibi. Seni aramak gibiydi gün, nil olsa alıp götürsün istedim. Sevda sürdüm yüreğime aşk, seni sevdikçe ölüm mangaları üzerime yürüsün dilerdim.

 

Devrilmiş surların salkım bakışlarını sürüyorum sulara, bir resim ağlıyor ansızın avuçlarımda. Kalabalık saatlerin yel değirmenlerine saldırıyorum, bir kadının aşk mızrağı kanıyor ruhumda. Yeşil çimenlerin kokusunu özlüyor rüzgâr, umarsız alkışların sahnesinde unutulmuş oyunlar. Sevda kayıp bir merhaba tesellisi nicedir, karanlık menzillerin istasyonlarında birbirine yabancı yolcular.

 

O içtenlikli duruşmasında hayatın pek çok şeyi erteler insanoğlu, sessizliğin iniltisine ruhunu kapatarak. Düşünemeyiz başka şeyleri, bakamayız ters açıdan hayata ve öteki olmayı bilmeyiz, bilemeyiz. Budur ayrıcalıklı yapan güçlüden güçsüzü ve budur hayat aşkı ile ruh aşkını ayrı gözeneklerde görmemiz.

 

Küpünü deldikçe öfke, sarılır kendine yüzyıllık kekre. Tadını kaybeden anlar dikeriz bu yüzden ruhumuzun çürümüş derinliklerine. Yorgun sular geçer tenimizden, aşk kaygımız olur onurun peşinden salındığımız yaşam öykülerinde. Acılar çeliğe sarılır, ayrılıklar gözyaşıyla dağlanır. Umut küflü bir ekmek nidası, devrilmiş bedenler bir gün huzurla toprağı ısıtır.

 

Kayıp sırtından anların sırrı dökülürken günün, üzünçlü rapsodiler soyunur uzaklarda. Yasak buluşmaların evliya şehirlerinde kesik başlı şehzadeler kalkar yatırlarından ve ayın gözyaşlarını içerler. Kırık gönüllerin perdesi yırtılır gecelerde, rüzgârın bıçkın ruhudur arada bir hışırdayan. Sevinç takınır kahrını böylesi anlarda, zaman tersini giyinir, aşkın gölgeyle seviştiği efsunlu masallarda.

 

Rüzgârın öfkesine muhtaç insanlar, mevsim o değişken ruhuyla örselerken kâinatı. Tuz ile buz aynı bardakta durmuyor, hazin tatların parmakları okşar iken dalından ayrı düşmüş yaprakları. Dün ayrılmış sırrından, kul ayrılmış kitabından ama ruh ayrılmıyor inancından. Gemiler ayrılık taşıyor özlemin insansız adalarına ah, yürek ağrıyor yine sevdadan. Gel sokul tenime yar, dil aşka müptela, ten sana muhtaç, mevsimler sona ermeden sevdanla bu paslı gönül zindanlarının kilitlerini aç.

 

Yalpalayarak kaynağını arayan denizlerin kayaya iç döküşüdür dilimizdeki hüzzam haz. Nazla örselenen derinliklerin o mağrur saklılarındaki incimizdir sevda, susar kırık iç kabuğunun aşina kayalıklarında. Dalga sevdalıdır inciye, inci gülümsemeyi yasaklamıştır güneşe astığı prangalı yüreğine ve tutunur hayatın o elim gerçeğine. Sükûtla geceyi tespih yapar bir gün hayat, inci kırılır iç kabuğundan ve sokulur sevdanın yanık tenli gönül aydınlığına.

 

Selahattin YETGİN

( Aşkın Mızrağı Kanıyor Ruhumda başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 19.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.