Bir
varmış bir yokmuş.
Dünya
güzeli bir kadınla dünya iyisi bir adam varmış.
Bunlar
birbirine bal gibi de aşıkmış.
Ve
bir gün kadın adama demiş ki "Allah
kabul etsin beni sana".
Adam
da pek hazırcevapmış "Beni de
sana!" demiş.
İkisi
de "Amin!" demiş aynı
anda, hem şaşırmış hem de gülmüşler bu hallerine.
Adam, kadını ölümüne seviyordu.
Kadın da adamı yaşamına seviyordu.
Yoktu böyle ateşin bir sevda!
Bu yüzden yanıyordu ikisi de, kül kül
oluyorlardı aşka, kul kul oluyorlardı başka, savruluyorlardı toz toz kalbe,
aşkın rüzgarı esiyordu başlarında, hisler uçuşuyordu adamdan kadına, kadından
adama!
Masallarda hep iyiler kazanırmış ya! Aşıklar
bir olurmuş. Öyle!
Göğün en güzel mavisi onlara zemin
oluyordu. Boylu boyunca serilmişti gök onların bastığı her yere. Bir masal
aşkıydı sanki yaşadıkları! Kadın bu masalın en güzeliydi en iyisi... Başka
yoktu kimi kimsesi... Varsa yoksa dillere destandı adamın prensesi... Yıldızlar saf saf olmuştu onların
geçtiği her yerde. Güneş önlerindeydi, yollarını aydınlatıyordu. Bulutlar arasında
bembeyaz hislerle uçuyorlardı. Kuşlar en güzel şarkılarını terennüm ediyordu onların
aşkına. Ağaçlar çiçekleniyordu, yer yeşilleniyordu. Yüzleri gülüyordu
insanların kalpleri dua ediyordu. Melekler en yakınlarıydı. Bembeyazdılar ve
kocamandılar, saftılar. Onları da aşkın ebedi safına kattılar. Dünyevi olanı
attılar. Periler sevdalıların yollarına çiçek serpiyordu. En çok da
papatyaları... Etraf alabildiğine papatya kokuyordu, yer gök papatyadan
müteşekkildi sanki! Adam dünyanın en güzel papatyasını almıştı. Eşi emsali
yoktu. Misliyle seviyordu ama! Hakkıyla hem de
yüreğinin! Bir masal kahramanıydılar elbet aşkla ödüllendirilmeliydiler.
Dışarısı mevsim normallerinin üstünde
bir sıcaklıktaydı. Hava boğuktu. Sinirler bozuktu. Kafalar tozuktu. Bir ses
bazen, evet evet bir ses, insanı alıp götürmeye yeterdi başka iklimlere. Bir
merhaba kalpten... Bir nasılsın içten... Bir gülüş yeri geldi mi, bir sarılış,
bir işve, bir naz! Aşk içre ne varsa adama az! Kadına doyamıyordu bir türlü,
sevdikçe sevesi geliyordu. Öptükçe öpesi...
Bazen bir işaret gelirdi bu bir
davetti belki de. Bazen bir mesaj gelirdi bu bir ilandı belki de aşka! İkisi de
bu davete icap etti, ikisi de bu aşka inandı. Bir rüzgar alır götürürdü adamı
kadının olduğu yere! Alıp getirirdi kadını adamın olduğu yere! Onlarınki ölüm
kalım aşkıydı; gitseler ölümdü cezaları, kalsalar yaşamdı ödülleri. Ve onlar kalmayı
seçtiler, bir olmayı... Göze aldılar her şeyi, belki de söze aldılar herkesi...
Bize de yazmak kaldı yaşadığımız aşkı, cana dokunmak, ruhu hissettirmek, kalbi heyecanlandırmak
kaldı.
Aşka fiyat biçenler ya da elbise seçenler kalbiniz yetmez bunu yapmaya yetse de sevdiğiniz kadın kabul etmez bunu! Kimsede yemez zaten! Masallarda kalmadı aşklar. Masal olmadı aşklar.
O
kadar güzel konuşuyordu ki kadın o konuştuğu vakit semadan inci cevher
dökülüyor sanırdınız başınıza. Rengarenk kelimeler dolaşırdı uçurtma misali,
süslü ve ağdalı dizeler dizilirdi semaya. Harfler yan yana gelirdi, kelimeler
can cana... Ve bir büyük aşkın resmi olurlardı fonda. Kelebekler allı morlu ve
pullu kelebekler uçuşurdu aşıkların üzerinde. Uğur böcekleri eksik kalmazdı. Harf
harf inciler, hece hece cevherler, kelime kelime külçeler, cümle cümler
mücevherat saçılırdı üzerlerine. Masmavi patiskalardan renkler süzülüyordu bir
kuşak gibi boydan boya. O renk cümbüşünün altından geçen herkesin dileği yerin
gelirmiş derlerdi. Masal bu ya kadın ve adam da meğer o kuşağın altında geçmiş.
Dileklerinin ve dualarının gerçekleşmesini bekliyorlarmış.
Hiç ummadığınız anda karşınıza
çıkıverir ya sevdiğiniz! Beklemediğiniz bir anda öyle can alıcı bir söz eder ki!
Sizi kalbinizden vuran bir bakış atar ki! Kalakalırsınız olduğunuz yerde. İşte "Allah kabul etsin beni sana" da
böyle oldu bana. Okuyan herkes bu aşka Allah rızası için "Amin" desin! Onlar ersin muradına biz çıkalım
kerevetine!