Kıdemli bir sancı zaman zaman zikretmemizin mümkün olmadığı.

 

Kıdemli bir sancıydı geçen gün yaşadıklarım. Zira ders çıkarmak pek hoşuma gitmekte son zamanlarda: Gerek yaptıklarımdan gerek yaşadıklarımdan gerekse gözlemlediklerimden.

 

Ne yalan söyleyeyim yeni hâsıl oldu bu özelliğim. Savruk bir biçimde sürdürürdüm gündelik hayatımı öncesinde: Mecburiyetler, ne istiyorsam kısaca herkes gibi ve herkesten bir esinti.

 

Üç silahşorlardaki şu replik geldi aklıma şimdi: Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için…

 

Üç silahşorlar dedim de; rahmetli sınıf öğretmenimi hatırladım aniden.

 

Okumayı söktüğüm gün bana hediye ettiği masal kitabının ismi idi üç silahşorlar.

 

Ömür boyu sakladım yadigârını. İçine el yazısıyla ne güzel dilekler yazmıştı bana dair. Belli ki rahmet istedi. Ne çok severdim onu: Hayatıma giren ilk yabancı idi ama sonuncu değil…

 

Öyle ya, ne çok yabancı ile içli dışlı oluyoruz ömür boyu. Bir bir ekleniyor insanlar birbirine bazen de kopup gidiyor o halka eğer ortak noktada buluşmadıysak.

 

Her birimiz birbirimizin aynası değil miyiz ya da ışık tutmuyor muyuz birbirimize bazen kararsa da önümüz. Yeter ki yüreğimiz kararmasın.

 

Aynalar, akseden her ne ise ve aksettiren her kim ise…

 

Özellikle dış dünyada yolumuzun kesiştiği onca insan: Kimi anlık kimi bir ömür boyu.

 

Keza dış dünyanın emsallerinden bir sürü insan ve olay. Tıpkı geçenlerde yaşadıklarım gibi…

 

Yolculuk ettiğim vasıtanın şoförünü duydum da o gün kulaklarıma inanamadım. Herkesin varlık ve refah içinde olduğunu iddia edişi kulaklarımdan gitmiyor. Tam söze başlayacaktım ki adam diretti sözünü. Herkes mutlu ve zengin, demez mi? Ardından sıraladı tüm politik ve kişisel öngörülerini.

 

Kimi vardır kaynaşırsınız ve iletişimi iki yönlü sürdürürsünüz.

 

Şahsı muhterem farklı bir ekolden geldiği için oldukça kem küm ettim desem yalan olmaz.

 

İlerlerken yolda bir cenaze arabasıyla burun buruna geldik.

 

-Bakın, dedi. Son durak…

 

İyi de zaten biliyorum bunu. Bu demek değil ki olmayana var diyeceğiz ya da tıkayıp kulaklarımızı, kapatacağımız gözlerimizi ve üç maymunu oynayacağız. Giderken yolda, yaşlı bir adam vurdu cama:

 

-Ağabey, dedi.

 

-Allah rızası için bir ekmek parası.

 

Ve demesiyle ne var ne yoksa ağzına gelen savurdu arabanın şoförü.

 

-Yürü git, diye öyle bir payladı ki adamcağızı.

 

-Git, dedi.

 

-Çalış, çal çırp ama dilenme.

 

Yalnız olsaydım arabada büyük ihtimalle geniş kapsamlı bir savunma tutanağı sunardım adama ve herhalde geceyi de nezarette geçirirdim.

 

Çözebilene aşk olsun.

 

Bir mola verdim arabadan inip. Bir bardak çayı yudumlarken yan masada telefon ile konuşan bir vatandaşın sesini duymazdan gelemedim. Zira cümbür cemaat naklen yayın yapıyordu kafede kim varsa.

 

Saydı döktü kadın, ünlülerden başladı komşularına geldi laf derken konu dallandı budaklandı eşinden dem vurdu, arkadaşlarından ve bir bir döktü ortaya kirli çamaşır diye addettiklerini.

 

Çay mı içtim zehir mi?

 

Yine sustum. Susmalı. Hep susmadım mı? Zira ne zaman iki kelime zikretsem bu sefer bana yönelir eleştiri okları. Hatta sussam bile yoktur benden kötüsü. Yalan değil gerçeğin ta kendisi. Neyse efendim…

 

Hanımefendi nasıl şikâyetçi tüm sevdiklerinden ve nasıl öfke duymakta adlarını zikrederken…

 

Çayı boş verdim. Güzel bir deniz manzarası seyretme umuduyla oturduğum o sandalyeden hızlıca kalktım. İyi ki yalnız değildim yoksa bir savunma metni de bu hanıma sunacaktım.

 

Çıktım kafeden. Sesi hala duyuluyordu hınç dolu kadının.

 

Tamam, haklı belki ama nolur bunu yapmasa… En azından yüzlerine söylese memnun olmadığı yönlerini hatta uyarsa dostane. Arkadan konuşmak artık nasıl bir haz veriyorsa insanlara…

 

Yürüdüm biraz ve biraz daha derken döndüm baktım etrafıma. Sayısız insan ve üçüncü kulakları keza cep telefonunun kapsama alanı ne de olsa çok geniş.

 

Mutsuz yüzler ya da mutluluk pozu verenler ve başkalarını deşifre ederken hayattan büyük keyif alanlar.

 

Az kalsın çarpışıyordum bir adamla. Bu sefer yine kötü ben oldum. Elindeki tablet ile oynarken ayağımı ezen ve beni suçlayan bir vatandaş.

 

Yine sustum. Susmalıydım. Susmalıyım da. Gülüp geçtim, demeyi çok isterdim. Ah, bunu bir yapabilsem. Tabii ya dünyayı ben kurtaracağım.

 

İyi ki yalnız değildim o gün…

 

Yoksa yalnız mıydım ve siz yalnız mısınız onca kalabalığın içinde.

 

Bir şarkı geldi dilimin ucuna ilerlerken. Son zamanlarda çok severek dinlediğim bir şarkı. Biraz demode ya da hüzünlü ama olsun. Severim hüznü.

 

Bir harmanım bu akşam…

 

Nakaratı ayrı güzel melodisi ayrı.

 

Bağıra bağıra söylemek istedim yürürken. Ve bir kez daha sustum. Zira mecburum. Rahatsız etmemeliyim insanları her ne kadar rahatsız olduğum milyonlarca mefhum olsa da…

 

Dilim susuyor bir yandan içimde can çekişen bir benlik üç maymunu oynamayı reddeden.

 

Sustum. Susuyorum da. Belki bir ömür boyu. Yoksa geç mi kaldım haykıramamak adına…

 

Bir şarkı daha geldi dilimin ucuna. Ve bir şarkı, bir şarkı derken…

 

 

 

( Susmalıyım başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 9.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.