-Sen bir kepçekulaksın !

                                 -Sen de bir şaşıgözsün !

                                 Bu tartışma bir ilkokul sınıfında geçiyordu. Her halde elişi dersiydi ki her kafadan bir ses çıkıyor, öğrenciler uğultular içersinde derslerini sürdürüyorlardı.

                                 Zeliş, Şener’in bir sözüne çok kızmış olmalı ki masa arkadaşına “Kepçekulak !” diye bağırmıştı. O sıralarda ilkokullarda öğrenciler sınıfta masalar etrafında otururlardı. Dört öğrenci beyaz örtülü bir masa etrafında oturur, öğretmenlerini dinler, yazılar yazar, kitaplarını okurlardı.

                                 Aslında birbirleriyle atışmalarına rağmen iki öğrenci birbirlerini çok severlerdi. Birkaç yıl aynı masada sınıf arkadaşlığı yapmışlar ve samimi olmuşlardı. Bu samimiyet bazen atışmalarına da neden oluyordu.

                                  Ancak, Zeliş o zamana kadar hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Çok ağırına gitmiş olmalı ki eve gittiği gibi annesine arkadaşının kendisine hakaret ettiğini söyledi. Akşam eve babası gelince annesi de babasına durumu anlattı.

                                  Zeliş’in babası köpürüyordu. “Bu çocuk da kim, benim kızıma nasıl şaşıgöz der !Ben gösteririm ona !’’

                                  Azmi Bey, şehrin sayılı tücarlarındandı. Çarşıda, mahallede, okulda bir çok insan tarafından bilinirdi. Servet sahibi oluşu insanların ondan çekinmesine neden oluyordu.

                                  Azmi Bey, bu işin peşini bırakmayacaktı. Ertesi gün okula geldi. Müdürle görüştü. Müdür çocukların teneffüse çıkmasını beklemeden sınıf öğretmenini çağırdı. Konuyu beraber müzakere ettiler. Zeliş’in babasının sinirliliği ilkokul müdürünü de etkilemişti. Hemen yerinden kalktı. Şener’lerin sınıfına hışımla girdi. Öğrenciler çok korkmuşlardı.

                                 -Hanginiz Şener ! diye bağırdı.

                                 Şener korkmuş ve sapsarı kesilmişti. Sesini çıkaramadan ayağa kalktı.

                                  Müdür hiç beklemeden Şener’in üzerine şiddetle saldırdı. Kaç tane tokat attığı bilinmiyordu. Arada tekme attığı da oluyordu. Şener ne olduğunu tam anlayamamıştı. Birkaç kez yere düştü, kalktı. Yediği dayaktan dolayı yüzü kan içersinde kalmıştı. Sınıftaki çocuklar masalarına sinmiş, Zeliş ise işin bu kadar ileri gideceğini önceden düşünmediği için çok pişman bir halde başını masaya, kollarının arasına almış; sanki yerin dibine geçmişti.

                                 Şener orta halli bir ailenin çocuğuydu. Anne ve babası emekleriyle zar zor geçinir, çocuklarını okutmaya çalışırlardı.

                                  Şener okulda, sınıfta olanlardan evdekilere hiçbir zaman hiçbir şeyi yansıtmazdı. Zaten yansıtsa dahi ailesinin müdahale edecek gücü yoktu.  

                                  Bu olaydan da ailesine hiç bahsetmedi.Vücudundaki çürükler kendisine sorulduğunda merdivenlerden düştüğünü söyledi. Arkadaşı Zeliş’e de hiç kızmadı. Hatta arkadaşlıkları eskisinden bile daha iyi gitti. Zeliş’in anne ve babasını da içinden affetmişti.

                                  Ancak, dayakçı müdürü hiç affetmedi. Onu hiçbir  zaman eğitimci olarak görmedi. Müdür,hayatı boyunca aklında “Eğitim ( ! )  Zebanisi ’’ olarak kalacaktı…

( Zebani başlıklı yazı DÜŞÜNCE tarafından 5/2/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.