Sizinle o kadar da
fazla yakın değildik önceleri, iyi bilirsiniz aramızdaki mesafeyi zira ben
değildim sorumlusu.
Siz ve kendi
doğrularınız, ön görüleriniz ve bana konulmuş sayısız engel ve yasak.
O zamanlar çocuk
aklımla çözememiştim doğrusu yakınlaşmamamızın neden bu denli engellendiğini.
Elbet vardı bir bildikleri, ne buna vakıftım ne de diğer yasakların
gerekçesine.
Hiçbir zaman da
sesinizi çıkardığınıza tanık olmadım desem yeridir. Gerçi ara sıra birbirinizle
münakaşa ederdiniz ortak paydalarınızın bulunmadığı noktalarda ama aldığım
terbiye ne bunları dinlememe müsaitti ne de yorum yapmama. Demek ki saf olarak
addedilmem ta o günlerden kalan bir etiket.
Karşı gelemezdim ki
çoğu şeye gerçi şu an ne değişti ki. Yine herkes bildiğini okuyor haricimde.
İster aptallık deyin ister edep. Hani derler ya; susmak edeptendir...
Askeri bir disiplin
eşliğinde yaşanan her ne ise. Ne de olsa yasama, yürütme ve yargı üst merciin
yetki ve yürürlüğünde idi. Şimdilerde şahıslar değişti ama yine de mağdur olan
değişmedi.
Olması gereken;
kabullenmek ve riayet etmekti. Sınırları ihlal etmek gibi bir hak asla
verilmedi ki bana. Ola ki verilseydi de yine aynı ben: Geçmiş, an itibariyle ve
büyük ihtimalle de gelecek zamanları da kapsayan.
O zamanlar bugünkü
kadar beyin jimnastiği yapmıyordum ne de olsa oldukça genç bir yaş, tecrübe
zafiyeti ve değişmek bilmeyen iyi niyetim. Dediğim gibi; tek değişen geçen
yıllar ve aldığım yaş.
Korunaklı bir düzen.
Beni gözünden sakınan
ailem. Her ne kadar sık sık yakınsam da sahip olduklarımı edinmemede en büyük
pay sahibi ve yetkili merci.
Biliyorum ve görüyorum
ve farkındayım da; geçmişin esaretinin bazı insanları nasıl rahatsız edip beni
eleştirdiklerini. Pek tabii ki bu saatten sonra ne giden geri geliyor ne de
verilen kayıplar telafi ediliyor. Olana ve ölene çare yok ne yazık ki.
Hayıflanmıyorum sadece
sorguluyorum ve mukayese ediyorum bazı şeyleri ve görüyorum ki; değişmeyen tek
şey değişimin ta kendisi.
Vazifelerimin
farkındayım: Önüme bakıp yol almak. Ama o kadar çok mefhum ve insan var ki ket
vuran. Ne isteklerim ne de hayallerim. Bir şekilde belirsizlik sürüp giderken
vazifelerini çok güzel ifa etmekteler. Kimseyi yermek ya da övmek değil
niyetim. Ama eleştiri almak ve sürekli yargılanmak her nasılsa birincil amaç ve
görevleri şahsı muhteremlerin.
Ve sizin bu
fotoğraftaki yeriniz: Çoktan kesip attım işgal ettiğiniz resmi.
Sizi tanıdıktan sonra
anladım neden sizden uzak durmam gerektiğini.
İnsanım işte herkes
gibi, etten kemikten. Ama bir o kadar da farklı ya da nasıl adlandırırsanız
adlandırın. Hoş zaten siz gerekli sıfatları bir bir sıralamıştınız uygun
gördüğünüz biçimde ve bir kez bile sakınmadınız bu kelimeleri sarf etmekten.
Hayata ya da zamana ya
da insanlara ve olaylara hükmetmek ne kelime. Sadece sınırları çizilmiş bir düzen
ve yol ve bana düşen o yolda yürümek. Oysa ben neler neler hayal etmiştim.
Nasıl da pervasızmışım zaman yitip giderken ellerimden. Pervasız ve ara ara sitemkâr.
Bakın bu huyum da nasıl batar göze. Olanları olması gerektiğinden farklı görüp
muhalif olmam.
Oysa ben kimseden hesap
sormuyorum. Belki de bir beyin fırtınasıdır tüm bu düşünce yoğunluğum ama gel
de anlat bunu cümle âleme.
Çok zaman geçti
karşılaşmayalı. Ara sıra görüyorum sizi ve çok uzaklardan dokunuyorum ama size
değil kabuk bağlamış yaralarıma. Kabuk bağlamış eski yaralar ve eklenen
yenileri.
Seçenekler çok sınırlı
ve asla da fazla seçeneğim olmadı bu güne değin.
Evet, yapmam gereken
bir içerik analizi var. İsterseniz bunu bir özeleştiri olarak nitelendirin. Ama
yine de değişen hiçbir şey yok haricimde müdahale etme şansımın bulunduğu. Ben
gerekli müdahaleyi yapamazken haricimdeki herkes buna vakıf.
Geçici, sahte ve
yüzeysel sayısız seçenek önümde bir bir sıralanmışken ne kadar komplike ve
derin içerikli seçenek varsa seçimimi onların tarafından kullandım.
Kazanımlarım mı?
Nedense göremiyorum. Ne var ne yok yitirdiğim sayısız insan ve mefhum.
Duyguları ve davranışları somut verilerle örneklendirmek mümkün değil. Bu
yüzden de neyi ne derece doğru ifade edebilirim ki? Üstelik istatistiksel
açıdan da doğru olmadığını biliyorum.
Nasıl da suni gündemler
yaratılmakta kendi hatalarını ve suçlarını ört bas etmek adına. Ve bu suni
gündemler ile çizilen mutluluk tabloları.
İnanmıyorum artık
dışarıdan görünenlere zira herkes rolünü öylesine güzel oynamakta ki.
Örümün sonuna kadar
kendi gözyaşımda boğulmaya razıyım yeter ki bir başkasının acısı beni mutlu
etmesin. Edemez de, hiçbir acıyı ve üzüntüyü katık etmem hayatıma.
Bana yapılan ne iyiliği
unuturum ne de canımı yakanları. Ya, siz?
Ama sizi çoktan
unuttum. Ne vardı da aramızdaki o özel bağı koparttınız?
Çok yakındım size ve
aynı hissiyatı taşıdığınıza olan inancımdı beni sizinle yakınlaştıran. Bu
duyguyu bertaraf etmem çok da zor olmadı. Ya kendimden geçecektim ya da sizden.
Ne zor, bilemezsiniz;
kendinden geçmemek adına değer verdiklerinizden geçmek. Bu da benim
şanssızlığım.
Ve şanssız olduğum
sayısız konu. Oysa çoğu insana göre oldukça şanslıyımdır.
Sahip olunan artılar
ayrıcalık gibi gözükse de gelin bir de bana sorun.
Diğer yandan da basit
bir hıçkırık, iki damla yaş nasıl da suni mutluluklar yaratabilmekte. Ömrümün
sonuna kadar uzak duracağım bir diğer nokta. Mümkün mü bir başkasının acısından
beslenmem. Evet, bu da bir diğer farklılığım ve bunun farkındalığını
taşıyanların yaklaşımı: Tam da sizin gibi.
Özümü korumak, kendime
olan inancımı ve saygımı kaybetmemem adına ömür boyu yalnızlığa mahkûm olmaktan
da kaçınmam. Bunun hesabını vereceğimiz günler çok uzak gibi gözükse de
öylesine yakın ki. Ötesinde hali hazırda vicdanımız da her gün hesap sormuyor
mu bize her gün üstelik her ne kadar sesini bastıranlar çoğunluk olsa da.
Siz nasılsınız bu
arada?
Ben mi? Bir bilebilsem…