Kimseler bilemez;
bilmek ne kelime ne aklından ne de ruhundan geçer.
Sükût-u hayale uğramak
ne kolaydır. Oysa sadece sessizce yolculuğunuza devam ederken bir o kadar da
derin hissiyatlara maruzdur gönül ve yürek. En sevdiğinizden tutun hayatınızda muhteviyatı
en derin ve en geniş ne varsa.
Bakarlar derin derin
ama o derinlik sadece görüntü itibariyle kalır ve çok saklıdır en dibe itilmiş
haliyle.
Kimi bakmadan görür,
yüreğiyle hisseder öyle engindir ki gönül gözü, gözü açık ya da kapalı ne fark
eder ki. Ortak bir noktada kesişir yollar.
Kimi sadece duyar hem
de en ince detayına kadar. Kuru bir gürültüden ibarettir ayyuka çıkan tüm
sesler. Dinlemezler ki aslında dinlemeyi ne bilirler ne de böylesine bir
ihtiyaç hissederler. Oysaki tek ihtiyacınızdır dinlenmek ve anlaşılmak. Yaraya
merhemdir tüm aradığınız.
Gören gönül gözü ve
derde derman olacak bir Allah’ın kulu.
Aslında ne fark eder ki
anlaşılmak ya da anlaşılmamak. Hayır, öyle çok anlam ifade eder ki. Tek bir
kelam bile nasıl da önem arz eder. İster çözüm bulun ya da bulmayın. Ama
paylaşmaktır mühim olan.
Yolu beraber
yürümektir; daimi olmasa bile eşlik edenlerin varlığı anlık bir dokunuş ve
eşlik dünyalara bedeldir.
En ufak bir beden dili
bile ehemmiyet taşır: Bir dokunuş ya da hafif bir tebessüm dahi.
Varsın eşikte kalsın
tüm sorular ve sorunlar.
Varsın hüküm sürsün tüm
dertler.
Eşliğinde insanların ya
da kucağında yalnızlığın bir şekilde devam eder dururuz. Ta ki belirsiz ayrılış
vakti kapımızı çalan değin.
Pek de düşünmeyiz son
yolculuğumuzu aslında düşünmemeliyiz de. Yoksa anımız, ömrümüz zehir olur. Bir
yandan da aklımızın bir köşesinde saklıdır o gizli korkumuz ama rahmeti
sarmışken Yaradan’ın ve eşliğinde yaşarken inancımızın hem dünya için çalışırız
bir yandan da iyi bir kul olmanın gereklerini yerine getiririz. Belki de
getirdiğimizi sanırız. Zira karar merci sadece Allah’tır. Kul olarak
görevlerimizi ifa ettiğimizi düşünsek bile içimizdeki tüm gizli saklı duygular
sadece O’nun varlığı tarafınca tescil ve teyit edilecektir.
Bitmek bilmeyen bir
koşturmaca hayat dediğimiz.
Belki de durgun bir göl
gibi sessiz, sakin ve duru bir o kadar da belirsiz. Zira hayatımız bir anda
seyir değiştirebilir tıpkı fırtına öncesi sessizlik gibi.
Gidişat düz değildir
hiçbir zaman ve bu da demek değil ki hep yokuş tırmanıp uçurumun kıyısında
yaşayacağız. Takdir sadece O’nun inisiyatifindedir. Ne karşı çıkma hakkımız
vardır ne de kul olarak isyan etme cehaleti gibi bir hataya ve günaha girme
hakkı.
Bize düşen azimle ve
canla başla düzene yak uydurmak ve bir yandan da yapmamız gereken tüm ulvi
vazifeleri ifşa etmektir.
Sığındığımız her kim ya
da her ne ise: Bizim için önem teşkil eden ve yürekten sevip duyumsadığımız.
İşte formülüdür ve gizemidir ayakta kalıp hayata tutunabilmenin. Sevip sığınmak
özellikle mecazi anlamda. Bedensel temas olmadan bile nasıl da güç alırız
sevdiklerimizden: Çok uzakta ve ulaşılmaz olsalar bile. Belki dost belki
arkadaş belki bir idol hatta belki de bir hayal. Evet, ulaşma ihtimalinin
bulunmadığı bir hayal belki de hayatımızın aşkı ya da kahramanımız belki de
zihnimizde ve kalbimizde tasavvur ettiğimiz bir düş hatta bir düş ötesi. Sığınaklarımız,
gizemlerimiz, korunak olarak addettiğimiz belki de gölgemiz yani yalnızlığımız
ki bizi biz yapan ve derin bir huşu içinde keşfe çıktığımız içsel yolculuğumuz.
Dayanak noktamız bizim
en önemli destekçilerimizden biridir öyle ki gerek somut ya da soyut bir imge
ya da bir insan bizim için önem teşkil eden. Sevgimizle kucakladığımız ve
sevgisiyle kucaklanıp sarı sarmalandığımız. Soba yanına kıvrılan bir kedi gibi
kendimizi güvende hissedip sıcaklığını yürekten algıladığımız. Nasıl da severiz
hatta sevilmesek dahi ve nasıl da kul köle oluruz yoluna kale alınmasak bile.
En güzel vasıflarını alır ve koyarız kalbimizin en derin köşesine ve elletmeyiz
onu kimselere öyle ki saklarız bir sır gibi ve korkarız kaybetmekten sahip
olamasak bile ve korkarız o büyünün yok olup gitmesinden. Belki de bir hayaldir
ulaşılması imkansız belki bariz engeller ve kısıtlamalar vardır bir araya
gelmemizde ama ne yapar eder kopamayız düşlerimizden ve sevdiğimizden
sevilmesek bile.
Paralel seyretsin ya da
seyretmesin bu etkileşim, ne derece önemli olabilir ki eğer her şeyiyle
kabullenmişsek ve sırra kadem bassa bile bizim tek sırrımız olmaya devam
edecektir yaşadığımız müddetçe.
İlla ki hepimizin
yüreğinde kocaman bir yer kaplayan insanlar ve varlıklar ve de göstergeler
mevcuttur. En kötü ihtimalle kurduğumuz hayaller bile şekillendirir basit
yaşantımızı.
Gerçi hayal kurmayan
insanlar da yok değildir hani ama vardır onların da illa ki bir dayanak
noktası. En kötü ihtimalle gerçekçi kişiliklerinde somut olaylar ve yaşantılar
yer tutar.
Günlük işlerimiz,
çalıştığımız iş yeri, mükellef olduklarımız, meşguliyetlerimiz gerek hobi
gerekse iş mahiyetinde kısaca bizi biz yapan her ne ise ve bize değer katan ve
değer verdiğimiz her kim ise…
Sığınağımız, yuvamız,
hasretimiz, derdimiz, dermanımız hatta çilemiz, acılarımız, mutluluklarımız ve
tüm duygularımız bize hükmeden her ne kadar biz hükmettiğimizi sansak da…
Biz; eksimizle
artımızla, muhalif yapımızla ya da uyumlu kişiliğimiz ön plandayken ve tüm
dünyamız gerek içsel anlamda gerek fiziki anlamda somut ya da soyut ne varsa.
Öğretiler, dogmalar,
yerleşik zihniyetler ve özgürlükler…
Nefsimiz, ona muhalif
irademiz ve beynimiz ki en büyük kazanımlarımızın başında gelen ve eşlik eden
ruh halimiz: belki diri belki çökkün ama her zaman için bizi biz yapan ve temel
taşımız ve kalbimiz…
O kalp ki; kırılgan o
kalp ki naif ve şeffaf o kalp ki bizi hayata sımsıkı bağlayan…
Önemli olan vakıf
olmak; önce kendimize, isteklerimize ve gerçeklere ve ulaşma ihtimaline sıkı
sıkı bağlanıp hedef koymak: Öncesinde adımlayacağımız kısa bir mesafe ve
sonrasında koşacağımız bir kulvar.
Soluklanacağımız
duraklar, eşlik edenler, muhalif olup çelme takanlar…
Ama her şeyiyle bir
bütün ve her şeyimizle bizi biz yapan ne varsa.