Nasıl adlandırırsan
adlandır duygularımı tabii ki algılayabiliyorsan yeterince. Bu tamamen
inisiyatifine kalmış senin bu yüzden içim olmadığı kadar rahat zira hep
netimdir, bilirsin. Hatta hep demez miydin; birbirimizin aynasıyızdır, diye.
Artık nasıl bir aynaysa tek gördüğüm bulanık bir akis senini hayalinden
yansıyan. Oldukça kir pas içinde anlayacağın yoksa hep mi bu denli flu idi
görüntü ya da benim gözlerim mi farklı algılıyordu tıpkı gönül gözümün
gördüğünü sandığı gibi.
Ne dertleşmek ne de
affına sığınmak derdim. Sadece aynı kefeye koyduğum insanlardan biri olarak
kabul ettiğim için seni, ne varsa sana püskürtmek istiyorum içimde
biriktirdiklerimi.
Tamam, tamam, yalan
söyledim. Seni asla başkalarıyla aynı kefeye koymamıştım ki ben. Çünkü gördüğüm
görüntü ya da gördüğümü sandığım aslında kafamdakinin sen olarak tezahür
etmesiydi.
Söylesene, bunca yıl
böylesine oynamayı nasıl başardın? Ve sen oynarken nasıl çalmana izin verdim
hayallerimi?
Hep gurur duyardın
benimle. Ne aptalmışım; inandım buna tüm saflığımla. Hep demez miydin oysa
doğru yoldasın, diye.
Ne yolu, yol mu kaldı.
Oysa ikimizin yan yana yürüdüğü bir yol var, sanmıştım. Paylaştığımız ya da
paylaştığımızı sandığım o eğrelti yol: Hiçbir yere varmayan ve aslında hiç de
var olmamış olan.
Şimdi yanımda olsan ben
yine sarardım filmi en başa ve laterna gibi başlardım anlatmaya…
Neyi mi? Her şeyi hem
de her şeyi ta en baştan. Ve senden sonra hayatıma girdiğini düşündüğüm o
yanılsamayı. Kim bilir nasıl da alttan girer üstten çıkar alırdın ağzımdan
lafı. Eminim ki, çok da mutlu olurdun. Ben mutlu olduğum için. Öyle ya; senin
mutluluğun benim kazancımdı ve benim hayatım da seninle buluştuğumuz ortak
paydaydı.
Sana nasıl da ihtiyacım
vardı, bir bilsen. Ya sen, sen de arıyor musun beni? Hiç sanmam, vefasız
dostum. Öyle olsa binlerce kez bir araya gelmiştik.
Gurur mu önde gider
dostluk mu?
Ya, aşk? Sen de
inanırsın bu sefil duyguya, değil mi… Komik olma, dostum. Ne aşk ne de vefa
hatta sen bile yokken yanımda kim diyebilir ki; dostluk bakidir, diye.
Çoktan çözdüm kâinatın
sırrını. Hani senin bildiğini sandığın o tez de çoktan tarihe karıştı tabii ki
benim de bir zamanlar sonuna kadar destekleyip, savunduğum şu ünlü tez.
Ne sırmış ama: Koca bir
fiyasko farkında olmadan yanından geçtiğimizi sandığımız.
Ben hep paralel seyrettim
inandığım ve bildiğimi sandığım tüm duygulara. Kısaca akıntıya kürek çekmişim
ömür boyu.
Küskünüm öncelikle
sana, senden sonra en çok değer verdiğim şahsa ve şahıslara hatta kendime bile.
Kendimi sevdim de ne
oldu? Benzerlik taşıyan nice insan gördüğümü sandım. Ama onlar beni ne sandı?
Akıllara ziyan, dostum.
Bak, hala sana dostum diye hitap ediyorum. Dilim varmıyor başka bir sıfat ile
seni anmaya.
Acaba sen beni hangi
sıfatlarla anıyorsundur. İnan ki; merak etmiyorum zira umurumda bile değil. Ben
kendimi bildikten sonra istediğini söyle ve istediğin sıfatı kondur.
Şu sıfatlar: Ne kadar
da meraklıdır insanoğlu sıfat kondurmaya. Az çok tahmin edebiliyorum şahsıma
yönelik kullanılan sıfatları. Cesaretleri olsa da yüzüme haykırsalar. Hep
arkadan konuşur insanoğlu. Bir de merdiz diye geçinirler.
Sıfatlar, unvanlar,
biçilmiş roller. Ne sıkıcı. Hiş işim olmadı bu kavramlarla. Çünkü beni hep
duygularım ve vicdanım yönettiği için insanları tanımlarken duygularımın ve
duygularının sesini dinledim: Avaz avaz bağıran sayısız naif ve aptalca duygu.
Son zamanlarda yoğun
olarak hissettiğim tek duygu; küskünlük. Öylesine küskünüm ki… Hayır, hayal
kırıklığı değil, belki biraz öfke biraz çaresizlik ve nihayetinde beni esir
alan küskünlük.
Kimin umurundayım ki?
Ama benim umurumda olan çok insan var: Özellikle koparıp atamadığım, sevdiğim
ve beni hüsrana uğratan kim varsa. Listenin en başında da sen yer alıyorsun ve
uzayıp gidiyor liste.
Geçen sene çok sevip
kıymet verdiğim bir varlığımı yitirdim. Hayır, ne bir insan ne de somut bir
gösterge. Ama çok bağlandığım bir vazgeçilmezimdi. Senin haberin bile yok tüm
bu olanlardan. Merak etmedin ki, endişelenmedin de. Çoktan gözden çıkarmış
olduğun için beni, öldüm mü kaldım mı aklına bile getirmedin.
Senin bu kadar acımasız
olduğunu da işte tam bu noktada öğrendim: Acımasızlık hafif kalır yaptıklarının
yanında. Vicdansız desem ya da bencil hatta toplamı ne kadar menfi özellik ve
duygu varsa…
Hep akıl hocamdın. En
az senin kadar ben de az yol göstermemişimdir sana. Az şey paylaşmadık ömür
boyu. Öyle ya, dile kolay: Otuz koca yıl. Kalp kalbe, el ele, yan yana. Bir
elmanın iki yarısı adeta.
Bak, nereden nereye
geldim yine hem de senin yüzünden. Söylemek istediğim, haykırmak arzusuyla
tutuştuğum sayısız kırıklık, sayısız müphem duygu.
Ne zormuş, cevabını
alma ihtimali bile olmayan bir mektuba dökmek içimde biriken ne varsa.
Diğer yandan kelime
kelime okuduğunu da göz önünde bulundurursam, nasıl oluyor da bu denli tepkisiz
kalmayı sürdürebiliyorsun. Pardon, unuttum, sen nasıl da çekersin kendini
geriye. Nasıl da kifayetsiz kalır insan senin yanında. Zira hep haklısındır ve
bir o kadar da inatçı.
Sevmeye değer insan var
mı? Bu soruya cevabım:’’Evet.’’ Her ne kadar yâdsınsam da ya da ulaşılamasam da
ya da ulaşamasam da… Tuhaf değil mi; kesişen yolların bir gün nihayete ermesi.
Ne cesaretim var ne de niyetim bazı şeyleri gerçekleştirip, mümkün hale
getirmek adına. Bilirsin gururuma düşkünümdür. Hem de tüm köprüleri yıkacak
kadar. Ama yine de elimde olsa bir şans daha verirdim. Hoş, kimin umurunda. Varmışım
yokmuşum ne fark eder hem senin açından hem de onun açısından. Mektubumun tek
muhatabı sensin bu arada. Zira seninle paylaşmak istedim duygularımı. Her ne
kadar artık seni ilgilendirmediğimi bilsem de.
Kötümser olduğumu
düşünmüyorum ama bildiğim bir şey varsa çok gerçekçiyim en az hayalperest
olduğum kadar. Ama yine de olmayacak duaya âmin dememeli.
İmkânsızlıklar diz
boyu, bilemediğin kadar. Ama doğru ya, senin için imkânsız kelimesi yer almaz lügatte.
Ne var ki rasyonel olmak gerekiyor çoğu durumda.
Rasyonalizm ve ben… Al,
sana çıkmaz sokak. Sahi, bu sokak nereye çıkar, arkadaşım.
Gördüğün gibi;
arkadaşım, dostum demekten alıkoyamıyorum kendimi. Ezelden beri saf olarak
nitelendirildiğim için normal bir tutum bu, benim açımdan. Hep nasıl görmek
istediysem öyle görürüm insanları ve olayları. Ve aniden aklım başıma gelir
tabii ki iş işten geçtikten sonra.
Gördüğün gibi sevmekten
geri durmuyorum onca sevgisizliğin ve umarsızlığın içinde boğulup gitmişken. İflah
olmam ben hem de kendimi bildim bileli.
Bu arada, sen nasılsın?
Tahmin ettiğim gibi mi yoksa?
Biliyorum
bilmediklerini en az senin bildiğin gibi şahsımın bilmediklerini. Sahi, ne uzun
zaman geçti aradan. Daha dün gibi oysa.
Bazen içim içimi yiyor;
niye bu denli korkak ve ürkek olduğuma dair. Her şey bir nizam dâhilinde
olmalı, değil mi. Belli bir düzen, gidişat ve tabii ki bitmek bilmeyen ve ardı
sırası kesilmeyen sayısız kural. Ben de askeri disipline yetiştirildiğim için
hep kanıksamışımdır bu kuralları. Ve yine kurallar çerçevesinde olmak
zorundaydı bazı göstergeler ve de gidişat. Ve bu yüzden de her şeyin tek
sorumlusu benim.
Ama gücüm yetmezdi ki
bazı şeyleri değiştirip, yönlendirmeye. Bilirsin beni, uyumlu olması gereken ve
zararsız tabiatımla en büyük zararım hep kendime olmuştur. Zarar gör ama asla
zarar verme. Hayır, benim vereceğim zarar ne olabilir ki… Olsa olsa başımı kuma
gömer ve korumaya çalışırım kendimi. Artık başımı gömecek kum da kalmadığına
göre ben en iyisi eski kabuğuma mı dönsem. Hoş, hala o kabuğu az çok muhafaza
etmekteyim her ne kadar eskisi kadar olmasa da. Zira naçizane kalemim sayesinde
az da olsa kırdım kabuğumu. Yarın öbür gün ne olur bilemem, o da ayrı mesele.
Bilirsin sağım solum belli olmaz benim.
Küskünüm hem de hiç bilemeyeceğin
kadar. Küstüm mü de hiç kimseyi görmez gözüm. Sana da küskünüm bu yüzden bu
mektubu zeytin dalı olarak görme. Çünkü seni ömrümün sonuna kadar görmek
istemiyorum.
Ama görmek istediğim
insanlar da yok değil. Ama nerede olduklarını dahi bilmiyorum. Köşe bucak
saklanmışken zat-ı muhteremler detektiflik yapmaya hiç niyetim yok. Zaten bir
insan nereye kadar kaçabilir ki. Oldu ki kaçtı ya kendinden de mi kaçacak ömür
boyu…
Tıpkı senin kaçtığın
gibi. Sahi, başını yastığa rahat koyuyor musun, hadi itiraf et, kendine. Onca
yılın ve onca dostluğun ardından nasıl da çektin kendini.
Kim bilir, belki ben de
yaparım bunu bir gün. Belki de yapmaya çoktan başlamışımdır.
Ama biliyorum ve adım
kadar da eminim: Er geç yüzleşeceksin kendinle. Kim bilir belki de çoktan
yüzleşmişsindir. Ama itiraf edemediğini adım gibi biliyorum zira inatçısındır
ve bir o kadar da katı her ne kadar kendini iyilik perisi olarak görsen de.
Ve bildiğim bir şey
daha var ki; içimdeki umudu ve sevgiyi asla yitirmeyeceğim. Her ne kadar çok
güçsüz olarak addedilip, zayıf olarak da nitelendirilsem de bazıları
tarafından.
Ve bildiğim bir şey
daha var; herkese bu düzenekte bir yer var, dostum ve herkes hak ettiğini
yaşayacaktır. Ve hiç kimse kendini ulaşılmaz olarak görmesin.
Umutlar, hayaller ve iyi
niyet. Üçü bir arada bulunduğu sürece sevginin ve inancın da eşliğinde tüm
umutların çiçek açacağına yürekten inanıyorum. Zira her birimizin soluklandığı
duraklar var ama bir o kadar da sayısız yol var hayatlarımızın kesiştiği.
Yeter ki beklemesini
bilip, umut edelim.
Son olarak umutlarımın
ve karşılaşmak istediklerimin arasında asla sen yoksun. Görmeye değer o kadar
çok insan var ki haricinde.
Herkes ikinci bir şansı
hak eder eski dostum ama onların arasında asla sen yoksun.