Olayların ne sosyolojik
boyutu ne felsefi bakış açısı ne de içerik analizi kaleme almak istediğim
bugün.
Sadece farklı bir günün
ki çoğunuza göre sıradan olarak nitelendirilebilir, bende bıraktığı hoş esinti.
İster hayattan kopukluk
olarak irdeleyin ister tembellik isterse her hangi bir öngörü getirin. Sonuçta
yaşadıklarını en iyi kendi bilir insanın.
Benim açımdan da durum
tam anlamıyla bir sebep-sonuç ilişkisi.
Kim hayatını nereye
kadar planlayıp, istediği noktaya taşıma yetisine sahip ki. Gerçi hep isteklerimiz
olsun diye didinip dururuz da neye ya da kime hangi noktaya kadar vakıf olup,
tam anlamıyla belirleyebiliyoruz ki.
Girizgâhta o kadar da
söz verdim kendime; olayları derinlemesine sorgulamayacağım diye ama gelin
görün ki tutamadım sözümü. Bu yüzden de affınıza sığınıyorum.
Somut hiçbir sebep yok
ortada neyin ya da kimlerin neye ne derece sebebiyet verdiğine dair. Bunu somut
göstergelerle açıklama ya da ifade etme yetisine de vakıf değilim ayrıca. Ama
tek bir gerçek var ki oldukça sıkıcı olaylar yaşadım son birkaç yıl zarfında.
Durumu detaylarıyla anlatmayı çok ama çok isterdim. Ne var ki; sıkıntı ve
üzüntümle prim yapanları sevindirmeyeceğim. Kim olduklarının da artık hiçbir
önemi kalmadı artık. Aslında bir önem filan da arz etmiyorlardı ve etmedilerdi
de her ne kadar kendilerini öyle zannetseler de.
Sebep- sonuç ilişkisi
dedim de sonuç olarak net bir gösterge de yok henüz. Bu yüzden ben durakta
beklemekteyim. Bu yüzden de hangi vasıtaya bineceğimi de Allah bilir.
Soyut gidişattan somut
göstergelere geçmenin vakti.
Bırakınız nedenleri,
niçinleri bir kenara ben hala günüme gelemedim. İşin aslı yeni bir sürece adım
atmak gayesiyle çıktım yola. Yol da uzun hani en azından gelecek açısından;
güne bakarsak bir iş görüşmesi için çıktım yola. En azından bir antreman oldu
benim için, olmalı da.
Sonuç ne olursa olsun
ya da uğraşım yorucu olsa bile öylesine özlemişim ki tebeşir kokusunu. Gerçi
artık tebeşir filan da kalmadı ama eğitim yuvalarının o kendine has kokusu bir
başkadır benim için. Gerek eğitim hayatım olsun gerekse mesleki anlamda
çalıştığım kurumlar olsun bir başkadır öğretmenlik bir başkadır bende yarattığı
duygu. Öğretmenliğe duyduğum aşkı pekiştiren bir diğer nokta da içimde saklı
kalan öğrenci ruhum. Çocuklardan bile öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki.
Daha doğrusu çocuklardan bile değil de özellikle çocuklardan öğrenmemiz
gerekenler…
Biz her ne kadar
yetişkin olarak çok şey bildiğimizi farz etsek de bence iki yönlü bir etkileşim
çocuklarla kurduğumuz o özel ve sıcak bağ.
Aslında komik bir gündü
benim için. Özellikle dolmuş yolculuğumda beraber yolculuk ettiğim o küçük adam
ve ben. Çocuk deyip de geçmemeli.
Tam yanıma oturacakken
küçük bey önce bir düşme tehlikesi geçirdi. Bana ne oluyorsa anaç bir tavırla
çocuğu tutmaya yeltendim, tabii ki her zaman ki paniğimle. Üstelik araç hareket
halinde de değildi.
Sanırım küçük adamın
hoşuna gitmiş olmalı ki tatlı tatlı gülümsedi bana yol boyunca. Uzun zamandır
bana bu denli içten gülümseyen olmamıştı desem yeridir. Ne varsa çocuklarda
var. Öylesine açık ki algıları ve öylesine duyarlılar ki…
Yeni oyuncağımı
kurcalıyorum bir yandan. Bilgiç bilgiç baktığını görünce, utanarak çantama
koydum cep telefonumu. Eninde sonunda çözeceğimi biliyorum tüm gizemini ya
gerisi önemli değil.
Derken gelen bir
çağrıya cevap vermek için aldım elime yeniden. Tekrar kendimi gözlem altında hissederken
demeye kalmadı ki söze girişti yanımdaki yolcu.
-Aa, benim telefonumun
aynısı.
Çocuk konuyu açana
kadar bendeki düşünce, telefonumun kullanımının ne zor olduğu yönündeydi. Zira
kullanımı en rahat olanı seçmiş olmam gerektiğini düşünürken bir yandan da
detaylarına takılıp çocuk için oldukça komplike olduğunu aklımdan geçiriyordum.
Utandım kendimden,
desem yeridir. Derken konu konuyu açtı ve girdik sohbete artık o kısacık
mesafede ne kadar sohbet edilirse.
Baktı bana ve sordu:
-Siz hayvan besliyor
musunuz?
En sevdiğim konu
açılmıştı işte. Direkt konuya evdeki muhabbet kuşlarımdan girdim. Bizimkinin de
kedileri varmış meğer. Tam bir hayvan sever anlayacağınız.
Derken eğildi kulağıma
ve fısıldadı küçük adam:
-Kaç kedim var, biliyor
musunuz? Tam sekiz tane, annelerini de sayarsak tam dokuz kedim var.
Aramızda bir sırdı
artık kedilerin niceliği ve tabii ki niteliği de. Zira bunca hayvana apartman
dairesinde bakıyorlarmış.
Derken inecekleri durağa
vardık.
Çocuklarla vakit
geçirmeyeli bayağı olmuş. Nasıl da özlemişim onları.
Normalde yolda vakit
geçirmek sıkıcıdır benim için. Eh, insan bu denli tembel olursa. Ama son
zamanlarda yaptığım en keyifli yolculuktu. Babasının iteklemesiyle zor indi bizim
delikanlı dolmuştan.
Çocuklarla çocuk olmayı
öylesine özlemişim ki hoş kaç yaşına gelmişim benim de onlardan bir farkım yok
zahir.
Olmayacak bir sözle
koydum son noktayı.
-Kedilerine selam
söyle, canım.
Ve gayet sakin bir
şekilde cevabını da aldım ondan.
-Siz de kuşlarınıza
selamlarımı iletin.
Ezelden beri ortak bir
dil konuştuğum yegâne topluluk: Çocuklar ve onların özel, temiz ve içten
dünyaları.
Zira o kadar samimi ve
sevgi dolular ki…
Asla kırmıyorlar
kalbinizi ve yansıttığınız duyguları tüm güçleriyle hissedip karşılığını da
veriyorlar.
Nasıl ki bir çiçeği
sulayıp, onun büyümesini izliyorsunuz onlara gereken de sizden yansıyan sevgi,
hoşgörü ve samimiyet. Ne çıkar peşindeler ne yalan ne art niyet taşıyorlar.
Gün boyunca ondan bana
yansıyan içtenlik sayesinde gülümseyip durdum.
Tüm güzellikler
sizlerle olsun.
Sevgilerimle…