-         Aydın günler diliyorum efendim.

-         Aydın günler mi? O ne ki?

-         Günaydının açılımı oluyorlar efendim.

-         Ya şu efendim lafını bir bıraksana adam.

-         Olur, bırakayım bırakmasına da sen benimle uğraşacaksın sanırım bugün.

-         Nasıl yani?

-         Moralin bozuk diye seni neşelendirmeye çalışıyorum diyorum. Ama sen moral bozukluğunu bana da aksettirmeye çalışıyorsun, benim de moralimi bozmaya çalışıyorsun.

-         Yok, öyle bir şey, yine yazma.

-         Ama ben yazarım kardeş, yazmadan edemem.

-         Evet evet, hakikaten best seller bir yazarsın.

-         O da olacak Allah’ın izniyle, hiç merak etme. Sen benimle uğraşmayı bırak da derdini söyle. Hayırdır neden bozuk moralin?

-         Öyle belirli bir sebebi yok, genel.

-         Bu geneli bir başlık altında toplamak istesek, ne olur?

-         Ne olacak, para yok. Asıl sıkıntı bu.

-         Sanki bir para basıyoruz. Bizde de yok para. Canını sıkmaya değmez.

-         Nasıl değmez arkadaşım? Al bugün maaş günü, tüm maaş borçlara dağıldı yine cepte beş kuruş kalmadı. Yine kredi kartına yükleneceğiz. Kredi kartına yükleniyoruz, sonra tüm maaşı kredi kartına veriyoruz. Netice olarak yine kredi kartına yüklenmek zorunda kalıyoruz.

-         Evet, tam bir kısır döngü ama yalnızca sen bu durumda değilsin. Hepimiz aynı durumdayız.

-         Ne yani hepimiz ölüyor olsak ben aman ne de olsa herkes ölüyor diye canımı sıkmayacak mıyım yani?

-         Dediklerimden bunu anlıyorsan, tebrik ediyorum seni.

-         Ya ne demek istiyorsun?

-         Demek istiyorum ki, bu konuda canını sıkmak işine yarıyor mu?

-         Hayır.

-         E o zaman canını sıkmaya ne gerek var diyorum. Su akar yolunu bulur, biraz serin ol diyorum.

-         Aslında haklısın ama yapamıyorum işte karakter meselesi.

-         Ya şimdi tekrar tekrar aynı şeyleri konuşmak istemem ama tüm hastalıkların ana kaynağı can sıkıntısıdır, kafaya takmaktır. Bu yüzden biraz rahat ol.

-         Tamam tamam, uzatma bu mevzuyu. Rahat olacağım tamam. Sen onu bunu bırak da araba işini ne yaptın onu söyle.

-         Araba işinde bir değişiklik yok. Aynen duruyor.

-         Hani bir müşteri var diyordun ne oldu anlaşamadınız mı?

-         Ağabey, adamın araç almaya niyeti yok ki. Yirmi senelik arabada boya var mı diye soruyor. Ne dersin bu adama?

-         Ya o bildiğinden sormuyordur onu.

-         Nasıl yani?

-         Ağabey, hiç mi araba alıp satmadın? Araba alınırken sorulan klasik sorular vardır. Bunlardan ilki de arabada boya var mı sorusudur. Arabada boya var mı? Arabanın değişen parçaları var mı? Arabanın rutin kilometre bakımları yapılmış mı? Kaporta da çürüğü var mı? Lpg ruhsata işli mi? Vergisi ödenmiş mi? Muayenesi yapılmış mı? Klasik sorular bunlar, adam bilse de sorar bilmese de sorar.

-         Yahu tamam haklısın sorsun ona bir şey demiyorum. Benim sinirlendiğim nokta şu, ben internetteki ilanımda en ince detaya kadar her şeyden bahsettim. Benim ilanım kadar detaylı bir ilanı bulmak neredeyse imkânsız diyebilirim. Adam ilanı hiç okumamış. Ben sorularından bunu anlıyorum. Çünkü ilanda bahsettiğim şeyleri soruyor bana.

-         Sen ticaret yapamazsın arkadaş, iyi ki devlet memuru olmuşsun. Ticarette alıcı adam isterse malın tüm sülalesini sorar. Çünkü para adam da, sen de bir satıcı olarak sabırla tüm sorularına cevap verip adamı ikna edeceksin.

-         Her şeyden evvel ben bir araba satıcısı değilim. Ayrıca sana katılmıyorum. Adam zaten almayı kafaya koymuşsa ben ne dersem diyeyim alır zaten. Yok almaya gönlü yoksa da ben ağzımla kuş tutsam adama aldıramam. Ben buna inanıyorum.

-         Farklı bir bakış açısı. Evet sen araba satıcısı değilsin, mesleğinde bu değil ama arabanı satana kadar bir araba satıcısı gibi davranmak zorundasın.

-         Ya ben de yıldım zaten bu araba mevzuundan. İnternete ilan verdim, her gün lüzumsuz lüzumsuz telefonlar alıyorum. Yok efendim şu fiyata olmaz mı, yok efendim arabayı ben getirebilir miyim, yok efendim takas olur mu? Daha neler neler.

-         Bu işin gerekleri bunlar arkadaş, yok ben bunlara gelemem diyorsan, götürürsün arabanı galeriye üç-beş aşağı fiyata verirsin.

-         Galericiler de öldürüyorlar ağabey, arabayı. Ne üç beş aşağısı? Sanki zannedersin galeriye hurda veriyorum.

-         Tabi, o adam bu işin uzmanı. Tereciye tere satmak gibi bir şey galericiye araba satmak ama birinde karar kılacaksın kardeş.

-         Sanırım ben bu gidişle bu arabayı satamayacağım. Zaten aldığıma da pişman oldum.

-         Niye ki?

-         Ağabey bu memlekette arabaya binilmez ya. Hele hele benim gibi banka kredisiyle araba hiç alınmaz. Arabanın keyfini hiç süremedim ki. Zaten bankaya ödediğim faiz, belimi büktü. Onun dışında aynı araba yurt dışında dörtte biri fiyatına, dörtte üç devlete vergi ödedik. Haydi, ona eyvallah diyelim. Ödediğimiz verginin haddi hesabı yok ki? Benzin alırsın; vergi ödersin, kışlık lastik alırsın; vergi ödersin; yazlık lastik alırsın; vergi ödersin; muayene yaptırırsın; vergi ödersin tama hepsi bitti derken altı ayda bir de motorlu taşıtlar vergisi ödersin. Daha arabaya binemedin ha vergi ödemekten.

-         E vergini ödeyeceksin ağabey, vergi ödemek vatandaşlık görevidir. Hem ben mi dedim sana banka kredisiyle araba al diye.

-         Tabi, senin tuzun kuru, araban yok derdin yok.

-         Arabam yok, çünkü arabaya ihtiyacım yok. Bu şehirde arabaya mı binilir be? Şu trafiği görmüyor musun? Herkesin arabası var ama arabayı kullanacak yol yok, haydi yolu buldun diyelim. Arabayı park edecek park yerini nerden bulacaksın? Ağabey, ben binerim otobüsüme, metrobüsüme, tramvayıma. Ne uğraşacağım özel aracın derdiyle.

-         Tamam, doğru söylüyorsun ama özel aracında rahatlığı ne otobüste var ne de metrobüste.

-         Evet evet, doğru söylüyorsun. Ne kadar rahat olduğun her halinden belli.

-         Tatillerde memlekete giderken uzun yolda rahat oluyor.

-         Ya kendini kandırmayı bıraksana, alırım ağabey uçak biletimi mis gibi. Sekiz saat, dokuz saat, on saat yol çekmektense bir saatte varırım gideceğim yere.

-         Ya demek öyle, peki ya parası ne olacak?

-         Senin arabaya saydığın masraflardan yine daha az, hem de daha rahat.

-         Tamam arkadaş tamam, ben senle laf yarıştıracak değilim. Zaten benim dedim bana yeter! Bak benimde moralimi bozdun şimdi. Oysa ne güzel başlamıştım güne.

-         Ne sinirleniyorsun bana be adam? Ben düşündüklerimi söylüyorum sana. İyi laf da konuşmayalım artık.

-         Neyse ne ya, ben gidiyorum kafam bozuldu.

-         Nereye gidiyorsun?

-         Yüreğimin götürdüğü yere gidiyorum. Nereye gideceğim eve gidiyorum.

-         Arabayla mı gideceksin?

-         Evet.

-         Beni de atsana köprüye kadar.

-         Oldu canım. Sana otobüsünde, metrobüsünde, tramvayında rahat yolculuklar diliyorum.

-         Ya ben lafın gelişi öyle dedim ya, ne alındın be.

-         Lafın gelişi beni sinirlendirdi, senin gidişin de beni sakinleştirecek. Haydi görüşürüz.

-         Lütfi! Lütfi! Bak hakikaten gitti ya..

( Lafın Gelişi başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 16.04.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.