Görüşebildiğim insanların geneli biliyoruz, fakat çaresiz kalıyoruz diyorlardı.

Tabi ki bu gerekçeler de manasızdı,
Sabırla sineme çekildim ve çalışmaya devam ederek, sırlarıma yenisini havale ettim.

Organize sanayide kurulacak fabrikanın, temelleri atıldı,
Bir zaman sonra, beton atma işleri bitmişti ve duvarları örme vakti gelmişti.

Çalışan, elinden iş gelen elemanlar, servis kamyonunun arkasına briketi doldurarak, fabrikaya boşaltıyor ve böylece birkaç servis yapıyorduk, yani kısaca inşaat işleriyle daha çok uğraşıyorduk.

Ellerimiz derileri açıldı, yara oldu, yoruluyorduk, öğle yemeği olarak ta, hiç yağda pişmemiş, eti dahi bulunmayan, yani mideyi tutmayan sebze türlerini yiyorduk.

Mırıldananlar, hak arayanlar çoğalmıştı, bizler amele miyiz ki, bu işlerde çalıştırılıyoruz, o halde yevmiyemizi neden o hesaptan yapmıyorlar, diye haklı gerekçelerle soru soranlar ve bizleri cevap bulmakta yoranlar çoğalmıştı.

Çünkü bu müessesenin sahibi bulunan yönetici insan, vatandaşlar gibi İslâm’ı, sadece bir din olarak görmüyorlardı.

İslâm’ı bir hayat nizamı olarak değerlendirerek, bu düşünceden uzak bulunan insanların, kimlik sorunu olduğunu söylüyorlardı, bu nedenle farklı bir konumda bulunuyorlardı.

Fakat maalesef, iyi çalıştırmanın haricinde, çalışanların lehlerine tezahür edecek, müspet bir adım katiyen yoktu ve bulamıyorduk.

Bu bakımdan, diğer iş yerlerinden hiçbir farkı bulunmuyordu, ben artık arkadaşlara cevap bulmakta tıkanmıştım, bu sebeple sürekli şehir dışına çıkmak mümessil kimliğimle üretilen mamulleri pazarlamak istiyordum.

Bunları kime anlatacaktım, nasıl izahat yapacaktım,
İslam’ı kimlik olarak almış, belki dinimi daha iyi yaşarım düşüncesiyle, tarikata balıklama atlamış gibiydi.

İş yerinde çalışanların dertlerinden habersiz, zira oldukça ilgisiz bulunuyordu, çalışan elemanları eniştesi Ali Şahan beye, havale ederek yükü üzerinden atmış ve küçük kardeşi Recep beyi, her şeyden sorumlu idareci yapmış görünüyordu.

Oldukça çalışkan, sabah erkenden kalkan, sürekli araştıran, insanları kırmaktan sakınan, sabrı kuşanan, iyi huylu, oldukça uyanık, ibadetine düşkün, kıyafetini yakıştıran, hafızasına güvenen ve bol hırsı olan, bir insandı Şaban ağabey.

Ablam, eniştem artık benden haber bekliyorlardı, onlara buradan bir ev tutarak, Anakaradan, Kayseri ye gelmelerini sağlayacaktık, enişte beye iş buldum, bekleniyordu fakat çok zorlanıyordum kiralık ev yoktu.

Sabah namazından sonra Mükremin hocama, sevgili hocam, ablamgili Ankara’dan getireceğiz, lakin acilen bir kiralık ev bulmamız gerekiyor, bize bu konuda yardımcı olursanız, büyük sıkıntıdan kurtarırsınız dedim.

Sağ olsun hocam da, ne demek, elimizden geleni esirgemeyiz, hemen eşe dosta haber vererek arayalım, ama çok acilse, bizim bir bodrum var birlikte bakalım deyince içimde çok rahatladı. Çünkü her kiralık evi tutabilecek durumları yoktu.

Bodruma baktık fena değildi, hiç yoktan iyiydi ve idare eder gibi görünüyordu, yanız hocamın bizden bir ricası vardı. Bu rica şu imiş: televizyon seyretmek tamamen yasak ve radyoyu da yüksek sesle dinlemek, mümkün değil diyordu.

Enişte beyle bu sorunları konuştum, bu koşullara rağmen şartları kabul etti ve kira bedeli karşılığında hocamın evini tuttuk. Henüz iki gün dahi geçmeden, eşyalarını yükledikleri bir kamyonla, sabah erkenden çıkıp geldiler.

Sabah saat 05/00 ten sonra aceleyle hemen, iş kıyafetimi giyerek hızlı bir şekilde, Hafız Mükremin hocamın, oturduğu apartmanın önüne geldim.
Kiraya tuttuğumuz evin, anahtarını hocamlar dan alarak, eşyaların taşınmasına müsait hale getirecektim.

Apartmanın bahçe kapısı olan, metal dış kapıyı açarak ilerliyordum ki, karşıma aniden bir bayan çıktı. Çok kısa süren ve bir anlık diyeceğimiz karşılaşmada, bayanın dikkatimi çeken tarafları şöyleydi:

İnsana suhulet rahatlığını veren bir yüz ifadesiyle, üzerine yeşil ağarlıklı, beyaz ve füme renklerin desen halinde serpiştirildiği emprime kumaştan bir elbiseyi giymiş bulunuyordu.
Hiç görünmeyen saçlarını, renkli bir yazma ile kapamış, elbisenin etek uzunluğundan artan bölümü, pazen bir pijamayla tamamlamış görünüyordu.

Ayağına terlik giymiş, fakat çorap bulunmuyordu, böyle bir vaziyette, karşıma aniden çıkan aynı bayan, zayıf olmayan, yüzü kızaran, konuşmakta zorlanan bu güzel kızcağız, elindeki anahtarı uzatarak, abi evin anahtarını getirdim buyurun dedi.

Belki gariptir fakat o an, oldukça hoş bir his ılık, ılık içime aktı.
Peki, bacımız teşekkür ederim diyerek, anahtarı elinden aldım ve geriye dönerek beni bekleyen çalışmalara koyulmuştum.

Zaman hızla akıyordu, telaşımız pek çoktu, etrafımdaki her kez bana bakarak işlerin kıvamında gitmesini arzuluyordu, sabır her yanımızda hali kuşatıyordu.

Ev sahipleri sağ olsunlar, hamiyet severliklerinden kahvaltı hazırlamışlar.
Annem soluk soluğa yanıma gelerek, oğlum sana bir şey söyleyeceğim ama kızmayacaksın dedi. Hayırdır anacığım şimdi sırası mı bak halimize dedim.

Çok ısrar edince peki söz haydi söyle dinliyorum dedim.
Gözlerime bir daha baktı ve emin olduktan sonra ev sahibinin kızı çok hoşuma gitti ve onun gelinim olmasını istiyorum deyince daha iyi şaşkınlığım nüksetti.

Anacığım git işine Allah aşkına, ne yeri ve nede zamanı şimdi bu işlerin dedim.
Fakat annem ne hikmetse bir türlü ikna olmuyordu ve halimi muzdarip bırakıyordu.

Çaresiz bir şekilde bak anacığım eğer dediğin doğruysa ve gerçekten ev sahibinin kızıysa ve özellikle sende geçineceğinde inanıyorsan, samimi bir şekilde değerlendiririz ve gereği için hayır murat ederiz diyerek ikna etmiştim.

Çünkü kalbi kanaatim askerlik vazifemi ifa etmeden önce kesinlikle evlenmemek yönündeydi ve hiçbir zaman bu istikamette arayışım söz konusu değildi. Fakat muhatap olduğumuz aile bakımından sadece babaları olan değerli hocamı cami müdavimi olarak tanıyor ve huzur içinde hafızlığından istifade ediyordum.

Efradı hakkında hiçbir bilgim olmadığından, bir manada merakı önceliyordum.
Annemin ısrarla bahsettiği kız, aha önce eşyaları taşımak için kapının anahtarını teslim eden, edebiyle dikkatimi çeken, ürkekliğiyle merakımı önceleyen nisaymış.

Anneme alenen dedim ki mademki bu kız hocamın kerimesi, ben her halükarda razıyım, çünkü hocamın dirayetini, azmini, sahavetini, hilmini şefkatini biliyordum.

Mefkûresi uğruna sabrı ne kadar deruhte etiğini biliyordum, teslimiyetinde ki duyarlılığa şahittim, imamlığın hakkını teslim eden ve mihrabın kimin vesayetinde olduğunun bilen, edep ve hürmetle, hizmetin şevkiyle ve muhabbetle ifa edendi.

Nasıl teslim olmazdım, halimin fakirliğinde umuda uzanmazdım, neslimin devamı için edebin toprağında hayrolmazdım, nisa kimliğinin zarafetine ulaşamazdım.Yıllara sâri sabrım, bakir kimliğim yirmi dörtlerde ve nasibin hükmüyle, ahenk içinde, ruhun serinliğinde, muhabbetin mesruriyetiyle, ötelerin şevkiyle bitiyordu.

Hiç ummadığım ve mukayese için fevkalade fakir kaldığım, cazibeden tamamen yoksun olan varlığıma rağmen rahmet ve bereketin süruruna ermek üzereydim.Sabrın güzelliğinde, kanaatin yüceliğinde, nasibin hikmetiyle, gayretin niyet bütünlündeki hükümle, zaman ve içinde anlam bulan an her şeyi anlatıyordu.

Mustafa CİLASUN
( Sabırla Murada Ermek! başlıklı yazı Yazan Adam tarafından 15.04.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.