Makale / Bilimsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 7.10.2009
Okunma Sayısı : 4206
Yorum Sayısı : 1

İÇSEL YOL

Kitaptan bavullarım
Kalemden yollarımla
İçsel bir yolculuğa çıktım

Düşsel ülkeler geçip
Nefsi zevklerden cayıp
Hakkın otağına erdim

Hu, deyip ney üfledim
Yâr, deyip aşka geldim
Kâhi bir sûfi olup arındım
Kâhi Yunus gibi dolandım
Emre oldum, emir aldım haktan
Susamış dudağım geçti
Nurlu ırmaklarından


Yasemin GÖKSEL / 09.09.2009


“ İÇSEL YOL ” ŞİİRİNİN TAHLİLİ:


Ey kömürden ruhları elmaslara çeviren!
Birbirine bağlayıp gönülleri eğiren.
Ey gönül ikliminden derleyen sevgileri!
Işık yolcularının yol gösteren rehberi.
Söyle, hangi cepheden dönüyorsun zaferle?
Gel, bize ötelerden ebedî sözler derle.
Anlat bize güneşin batmadığı çağları.
Göster Kehkeşanları nur saçan çeraları.
Kana kana içelim, aksın irfan oluğun.
Bizi bize getirsin diriltici soluğun.


“ Oku! Seni yaratan Rabbinin adıyla, oku! ”
İlahi beyanların ilk damla olarak düştüğü bahar yağmurlarının diriltici iklimlerinde ilk tohum. Toprakta hayat bulan tohumun ilk serüven olarak başını gösterdiği andan itibaren başlayan yakarışları. Anlayıp kavrama çabası içerisinde sınırları belli olmayan uğraşı. Kitaplardır ki, kanatlarıyla tüm ihtişamıyla üveyikler misali ürkekliğiyle de çekingen sayfaların oluşturduğu yazılar bütünü. Yazı vardır zamanın gelgitlerine dayanamadan sahildeki kumlara yazılmışçasına silinip, yok olmaya mahkum edilmiş misali; yazı da vardır ki, yüreklere kazınmışçasına yıllara meydan okur. Yüreği duygularının esiri olmuş kalem şahsiyetlerinin içsel coşumlarını yansıtmaya ayna tutan eserler. Sonsuzlukları yakalama uğruna verilen çabalar bütünü.

Yürekleri ilkbahar yağmurlarının coşkusuyla kabaran ve değdiği topraklara hayat üfleyen damlaların sona ulaştığı mekânların harflerle örüntülü alanları. Duygu, düşünce ve yüreklerindeki kıpırdanmaları insanlık tarihinde bazen taşa, deriye, kabuğa, ağaca yazılmışken terennüm ediyorken, bazen de aşkını yüreğinde zapt edemeyen sevgilinin iki dudağı arasından çıkan oklar mesabesinde sevgilinin gönül evinin kapısının yanı başında görmekteyiz.

Kitap öyle bir gizli ilimler toplamıdır ki, onda her şeyi mütalaa etmek hiç de zor olmasa gerek. Kara kaplı kapaklar ardında yürek evi kadar berrak ve temiz sayfaların üzerine ilmek ilmek dokunan kelimeler armonisinin oluşturduğu mozaiğin her bir satırında farklı âlemlerin kilitlerini bulmakta ve bu dünyaların kapılarında yeni yeni âlemlere geçiş yapmaktasınızdır. Bu sayfalarda bazen elinde son kibrit parçasını yakıpla yakmamak arasında gelgitler yaşayan burnu kırmızılara bürünmüş küçücük ellerine nispeten kocaman yüreğiyle havanın ayazına meydan okuyan küçük kızın hayallerini; küheylanı üzerinde ülkeler dolaşarak gönüller fetheden alperenlerin yürek ışıltılarını; kendinden geçmiş vaziyette devri âlemi temaşaya çıkmış abdalın her bir varlıkta zikir emarelerini gördüğü esnada “Hu!” diyen inleyişini; Çelebi’nin dünyanın gizemini bulmak uğruna çıkıp seyr-ü sefer ettiği “seyahat ya Resulallah.” denilen gizemli dünya yurtlarının adlarını; Yeniçeri neferini çırak olarak başlayıp usta mimar olarak bitirdiği semaları delen minareleriyle ihtişamın en son boyutunu temsil eden kutsal mekânın halitasını barındıran kâğıtların son şaheserini; İbn-i Kays’ın uğruna deli divane olup, bağrını çöllere salıverdiği aşkın imzasının atıldığı parşömen kâğıtlarının sevdalarını anlattığı dillere destan aşkın tohumunun toprağını; sevdalıların imkânsız vuslatlar peşinde dağlar delip, benliklerini yitirdikleri aşklarında acı gözyaşlarının damıtıldığı lekeli sayfalar ve daha nice bağrı yanık sevdalıların isimlerinin kazındığı parşömen sayfalarının oluşturduğu hayatlar, aşklar, acılar, umutlar, yürek atışları ve daha nice kalp atışlarının membaı…

Ben kitap olmuştum amma… Ben kâtiplerin elinde, divit darbelerinin can alıcı ıstıraplarıyla şekillendim ve nakkaşın nakışlarıyla boyandım ben bu aşka. Ama ıstıraplarım hala dinmiyordu, sayfalarım her bir açılışta yine inim inim inlemekte ve kazanlarda kaynadığım anların acısını hissetmekteyim.

Beni ucu bucaksız olan tarlalardaki ağaç başlarında hurma lifiyken kopartılıp çöl dikenleriyle sarılıp sarmalandıktan sonra suyumuzu kaynattılar. Her bir fokurdayışla bağlandık birbirimize. Yürek yangınlarıyla kavrulmuş olarak dolanıyorduk birbirimizin kıvrımlarında. Döküldüğümüz teknelerde bağrımıza basılmış ve aşk acısıyla eziliyorduk bu külfet altında. Rengimizi yürek kanıyla boyadılar ve aslımı kaybetmiş vaziyette renkten renge boyanmıştım. Soğuk mermerler üzerinde ezildik, kıvrandık ve bağlandık lif lif olmuş kaderimizle çöllerin rüzgarlarının önünde koşturan dikenler yumağıyla. Güneşin şuleleri altında kuruttuk benliğimiz kendimizden geçerken. Yeni rengimizle dostlarımdan ayrı düşmüştüm artık. Ama artık yürekler mesabesindeki bağrımda Leylaların, Aslıların, Belkısların, Züleyhaların kan kırmızısı dudaklarının iz düşümleri olacaktı. Çekilen çileler bu sevdalar yanında her şey hiç kadar uzak kalıyordu.
Bu da yetmemişti, tırpanlı ellerin üzerimde gezinip bedenimdeki ayrılıkları temizlemesi. Kerpiçten yapılı karanlık dehlizlerdeki basık odalarda muhallebi kıvamındaki aharı yedire yedire süsleniyordum ustamın elinde. O bir aşık mıydı, bağrı yanık sevdalı mı tam kestiremedim amma, bedenimde gezen ellerinin soğukluğuna inat aşk ateşinin sıcaklığı bedenimi yakıyor, beni kıvrandırıyordu. Ne çare, gözyaşlarıyla gecenin koynunda hemhal olmuş bu yürekle birkaç kez vuslata erdik. Bunların akabinde bağrıma kara taşları sürerken kendime, benliğime geliyordum. Her bir sayfamdaki basılı mühürler mesabesindeki gözyaşı damlaları yazıyla yani aşkımın adı olan Leyla ile buluşmak üzere son hazırlıklarımı yapıyordum. Gelinlik kızlar gibi ustamın elinde süsleniyor, bu hasretlik duygularının son bulacağı anlara doğru yaklaşıyordum.

İçten içe yanıp kıvranıyordum amma kestiremiyordum bu acının nedenini. Yârimden ayrılığa mı yoksa yâre kavuşmama mı? Tomarlanıp miski amber kokularıyla sürmelendikten sonra iki aşığın buluşmasına anlar kalmıştı. Leyla’ma kavuşuyordum. Üzerimde Leyla’nın adı harf harf, ilmek ilmek dokunurken bedenime divitin mürekkebini içime massediyordum. Kesilip biçilirken bağrımdan kopan feryatları bir tek yüreğim duyuyordu. Ve şikayetçi de değildim. Çünkü ben acıyı yüreği sevdalılarda gördükten sonra kendimden utanır oldum çektiğim acılarda. Ben artık ben değilim senin aşkınla esir oldum, benliğim kül oldu ey Sevgili!

Her bir sayfamdaki yazılarımla yüreği sevda ateşiyle yanan aşıklara seslendim. Vefa yamaçlarının timsali olan duygu yumağı annelere tercüman oldum. Yüreğindeki kabaran duygularla içini dışa vuran ve artık kabın sığmayan heyecanlarını anlatan yüce dağlardaki volkanlar oldum. Her bir damlasıyla yüreği yarılmış topraklara can suyu oldum. İlahi aşkla oturup dertlenmiş ilahi nefhayla dirilmiş yüreklerin diriltici nefesi oldum satırlarda. Gökler ötesinden üveyik kanatlı Cibril tarafından emirler getiren ve Tur Dağında Musa’ya, Nur Dağı’nda Muhammed’e inen mesajların kaynağı oldum. Her bir satırımla insanların yüreklerine inşirahlar üfleyen cümleler oldum bazen.

Hani gün batmaya başlamışken yolunu, yuvasını kaybetmiş, henüz yuvasından çıkma ürkekliğinde bulunan kuğular gibi yüreğim endişeli ve ürkek adımlarla ilerliyor her bir sayfa devamında. Ne de çok benziyorlar yüreğimdeki titreşimlere kuğu kuşları. Bir sonbahar vaktinin hüznü yerinde yüreğim. Son sayfasını okutma ile okutmama arasında kararsız kalan kitaplar. Bir ceylan ürkekliğinde her bir kelimem. Acaba yüreği sevdalı bir kitap dostuna denk gelir miyim acaba?

Bir köprüdür kitap geçmişle gelecek arasında koparılmaz bağlar kuran. İnsanın varoluş gayesiyle harmanlanan ve kültür motifleriyle süslenen harç. Güneşin dünyayı aydınlatmasına eş değer bir ışık huzmesi. İnsanın gönül evini imar eden tuğlalarla aynı değerde kelimeler armonisi. Yaratılmış en büyük kitap insandır okunabilirse. Sonrasında ise ilahi kelamların membaı ezeli hitap şaheseri Kur’an-ı Kerim gelmektedir. Cemil Meriç öyle ifade ediyordu kitapların sihirli dünyasındaki albeniliği: “Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı. Kitaplardan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız. Kitap istikbale yollanan mektup. Smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap beraber yaşar sizinle, beraber büyür. ” Yunus çağları delen ifadeleriyle şöyle seslendirmişti asıl ölümü: “ Ölür ise ten ölür / Canlar ölesi değil. ” İlk insan ve ilk Peygamber Hz Âdem’in on sayfalık ilahi bir kitapla vazifelendirilişi, insanların daha ilk olarak dünyaya gönderilişleri esnasında bile kitap okumaları gerektiği ve yazılı olarak vazifelendirilişlerini gösteriyordu.

Bir yapıya konmayan taşları ben taş saymam
Kitaba eğilmeyen başları ben baş saymam
Okumadan yazmadan geçen ömrü yaş saymam.
Kitaplar geleceğin ışıklı bir yoludur
Kitaplar yükselişin kanadıdır koludur
Evrenden habersizdir kitapsız kalan insan.

diyen kitap âşıklarının anlata anlata bitiremedikleri sevdaları, umutları, yarınlara ait özlemleri. Daha söylenecek çok söz vardı amma biz kelamı bir önceki şiirden aldığımızdan meşale misali bir sonraki şiir incelemesine bırakmak azmindeyiz. Varsın satırlar buraya kadar olsun fakat; biz duyguların ince ince elenip satırlara serpildiği duygular yumağında Yasemin Göksel Hanımın gönül çarpıntılarını yansıtan “ İçsel Yol ” adlı şiirimize ait satırları oluşturan mısraların biçim ve içeriğindeki hazineleri, gizli sevdaları, yürek nakışlarını ve daha nice duygu kırılmalarını araştırmaya girişelim.
“İçsel Yol ”şiirimizi biçim ve içerik olarak ele almaya çalıştığımızda karşımıza ilk bakışta biçim özellikleri olarak şu satırların döküldüğünü görmekteyiz:

Şiirimiz Yasemin Hanımın kuyumcu titizliğinde kaleme aldığı satırları terennüm ettirmekte biz şiir sevdalılarına. Şiir okuyanda duygu coşumları meydana getirmiyorsa; okuyanı alemler ötesi alemlere seyahat ettirmiyorsa; satırlarda saklı aşıkların umutlarıyla acılarıyla hemhal etmiyorsa; Fuzuli’nin Türkçe Divanında dediği gibi ise eğer "İlimsiz şiirin temeli yok duvar gibi olur, Temelsiz duvar da sonunda itibarsız olur." o yazılan sadece ve sadece kelimeler yığınından öte değildir. Şiir bir bilgi birikimini ortaya koymalıdır ki, okuyucu merak ettiği satırları kitapların sihirli dünyasında harmanlama imkanı bulsun. Şiir kritiğe tabi tuttuğumuz “İçsel Yol” adlı şiirimizde de her bir satırda mana yüklü sırlar bulunmaktadır.

Şiirimiz serbest vezin ölçü alınarak kaleme alınmıştır. Serbest vezinden oluşan şiirimiz üç ana başlık altında duyguları sıralanmıştır. Şairimiz duygu yoğunluklarını üç parçada dile getirmiş ve her bir bölümde ayrı ayrı fikirleri okuyucusuna verme gayreti taşımaktadır. Birinci bölümde masa başında elinde kalemiyle duygularının boy verip meyveye durmasını beklemektedir. İkinci bölümde bu seyahatin meydana getireceği heyecanla oturup kalkmanın verdiği hazzı yüreğinin en kuytu kenarında hissetmeye ve okuyucusuna da hissettirmeye çalışmaktadır. Üçüncü bölümde ise satırlarda dimağdan yol bulup kalem mürekkebinde şairin duygularının tercümanı olan enfes cümlelerin içinde kendisini kaybeden kahramanların özelliklerini kaleme almaktadır. Yani kısaca tekerrür ettirmek gerekirse her bir paragrafta kitapların sihirli dünyasındaki gezintinin başlangıç, orta ve sonuç bölümleri kaleme alınmış izlenimi vermektedir.

Şairimiz şiirinde az kelimeyle çok söz anlatma gayretini sarf etmiştir. Kelimelerin her birisine okuyucusunun anlayacağı birer gizli hazine saklamış gibidir. Burada İskender Pala Hocamızın “Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk ” adlı romanında kaleme aldığı aşık Hilleli şair Fuzuli’nin “Leyla ile Mecnun” kitabını kaleme alırken ki maceralarında aşk kelimesinin sırlarını kitabın gizli bölmeleri olarak addettiği her biri özenle seçilmiş beyitlerde saklanması gibi, şiirimizin şairi de kitap dünyasının sihirli sandukasının tozlarını okuyucusuna açtırmakta ve kelimelere yüklenmiş mana boyutunu ince işçilikle bulmaları gayretine girdiğine şahit olmaktayız.

Şiirimizde romantik duygular sembolik unsurların gölgesinde şekillendirilmeye çalışılmıştır. Kitap imgesi adı altında kitap okumanın lezzeti ve varılmaz tadı okuyucuya verilmek istenmektedir. Şiirin diğer kelimeleri kitap sözcüğünü ortay koymak maksadıyla şiirdeki yerini almıştır.

Şiirde sihirli uçan bir halının üzerindeki şair veya sanatçı olarak ilkeler dolaşırken kendinden o kadar emin ve rahattır ki şairimiz bu bağlamda da seçtiği kelimelerde de bu rahatlığı ve sessizliği görmekteyiz. Kelimelerdeki sessiz harflerin özelliğine baktığımızda yumuşak ünsüzlerin ağırlıkta olduğu görülmektedir. “ m ” harfi on altı (16) defa, “ l ” harfi yirmi (20) defa, “ y ” hrfi yedi (7) def kullanılmıştır. Ünlü harflerden ise ağırlıkta “ e - a ” harflerinin kelimelerdeki ünsüz harfleri birbirine bağlama görevinin daha çok öne çıktığı seçilmektedir.

Şiirdeki üç bölümde toplam kırk dört kelime vardır. Bu kelimeler toplamı şairimizin duygularını şiirde en mükemmel tarzda ifade etmesine yetmiştir. Çünkü az özle çok şeyler ifade etme gayreti şairimizin işidir.

Şiirde benzetmelerden, isim ve sıfat tamlamalarından çokça yararlanılmıştır. Şiirde benzetme olarak “ bavul, yol, yolculuk, düşler, sufi, Yunus, ney, aşık ” kelimeleri şiirimizin ana temasını çevrelemektedir. Şiirde tamlama grubu olarak olara ise “ İçsel bir yolculuk, kitaptan bavullar, kalemden yollar, düşsel ülkeler, Hakkın otağı, nurlu ırmaklar ” sözcük gruplarının kullanıldığını görmekteyiz. Aslında bu isim ve sıfat tamlamaları şiirin ana imgesi olan “ kitap ” sözcüğünü çevreleyen bire bahçe duvarı mesabesinde kullanılmıştır.

Şiirde görünürde çekim ekleri olarak kabul edilen eklerden hal eki olarak görünen “ –den, -dan ” ekerli sıfat yapan ek olarak yani yapım eki özelliğinde kullanılmıştır: “ kitapTAN bavullar, kalemDEN yollar. ”

Dil bilgisi açısından ele alındığında fiillerden anlamca kaynaşmış ve deyimleşmiş grupların da varlığı dikkati çekmektedir: “ İçsel yolculuğa çıkmak, düşsel ülkeler geçmek, Hakkın otağına ermek, ney üflemek, aşka gelmek, sufi olmak arınmak, Yunus gibi dolanmak, emir almak. ” Şiirde şairimiz kendi benliğinde okuyucuyla konuştuğundan özellikle birinci tekil şahıs ve eki “ben ” “ -ım ” kullanılmıştır. Fiillerde kip olarak basit kip ve zaman eki olarak da görülen geçmiş zaman eki olan “ –dı, -di ” ekleri kullanılmıştır.

Şiirde görüntü olarak somut kelimeler seçilmesine rağmen bu kelimelerin ihtiva ettiği anlam boyutları düşünüldüğünde kelimelerde gizli bir soyut anlamlılık varlığı hissedilmektedir. Çünkü şairimiz Yasemin Hanım her bir somut kelimeye soyut anlam yükleyerek kelimelerin mana boyutunun sınırlarını sınırsızlaştırmıştır. Şiirde insan zihninde kelimeler yerli yerine oturduğu anlarda nesnel bir görüntü oluşmakta ve tabi ki bu nesnellik her okuyucu muhayyilesine göre bazen öznellik arz edebilmektedir. Tamamen imgeye dayalı bir hayali görüntüler sunulmuştur. Mesela şiirimizdeki “ Düşsel ülkeler geçip, içsel bir yolculuk ” mısralarındaki okuyucu muhayyilesi tamamen nesnel olmayabilmektedir.

Şiirde gerçek anlamda kullanılmış gibi görünen “ bavul, yol, yolculuk, ülkeler, otağ, ney, yâr (sevgili), sufi, dudak ” kelimeler aslında bildiğimiz gerçek anlamlarında değil, çağrışımsal yani okuyucu muhayyilesindeki görüntüsüne, biçimine göre değerlendiriliyor ve kelimelerin anlam alanlarının çerçevesini düşünce ve duygu dünyasının ürünleri belirlemektedir.



“ İçsel Yol ” adlı şiirimizin bu biçim özelliklerinin yanı başında, içerik özellikleri bakımından ele alıp incelemeye çalıştığımızda şiirimizin şu özelliklerini görmekteyiz:

Kitaptan bavullarım
Kalemden yollarımla
İçsel bir yolculuğa çıktım
Düşsel ülkeler geçip
Nefsi zevklerden cayıp
Hakkın otağına erdim

Evet her şey rüya aleminde tezahür ediyordu. Soyut manadaki istekler somut alemde emarelerini, pırıltılarını yansıtmaya başlamıştı. Her şey rüya âlemindeki o yüceler yücesi ve Eminler Eminin (SAV) payitahtı önünde “Şefaat ya Resulallah ” ifadesi denilmesi gerekirken heyecanla sözcükler yer değiştirince bu söz “Seyahat ya Resulallah ” cümlesine bürünmüş ve dudaktan çıkmıştı. Artık diyarı gurbet memleketleri dolaşmanın hazırlıklarına girişilmeliydi.

Fuzuli’ye göre aşık bir pervanedir; nasıl pervane ateşi görünce kendini o ateşte yakmak isterse, aşık da kendini aşka atıp öylece yanmalıdır. İşte bu kitap aşığı sevdalı da bu heyecanla çıkmaya hazırlanıyordu gurbet ellere. Şair öyle diyordu bu kitap âleminin derinliklerindeki büyülü sayfaları görünce;

Ne tuhaf ömrümün sonuna kadar
Kelimelerle yaşamam
Ağaçtan çok ağaç sözünü
Denizden çok deniz sözünü
Sevmem.

mısralarını terennüm ederken. Eserimiz şiir olduğu için şairlikten dem vuruyoruz. Bu bir sitem değildir. Bu içinde yaşadığı, havasını ciğerlerine teneffüs ettiği mürekkep kokulu divit hokkasının kardeşliğini anlatmak içindir. Kuyumcu titizliğini eli kalem tutan kalem erbaplarında görmek içindir. Bavulumuzu hazırladıktan sonra seyahate başlangıç noktasından başlamak üzere başlıyoruz kelimelerin sırtında yükselen burçlar misali cümlelere, paragraflara. Bu öyle zahmetli bir iştir ki bazen karşımıza hayaller ülkesinin devleri dikilebilir kelimelerde. Tevfik Fikret de öyle hissediyordu bu yolculuğun ilk adımında. Hangi işe soyunduğunun bilincinde olarak küçük ayrıntılarda büyük kıyametler koparmak, sivrisinek kanadında Hiroşima bombası yankısı meydana getirmek için beyin sancıları çekiyordu şiirimizin şairi mesabesinde:

Bir buçuk, işte bir buçuk saat,
Bir küçük, ruhsuz neşide için;
Bu kadar sai, itina, zahmet,
Topu bir kıt’a, ya kaside için.

Bu dizeler ona doğru akarken Topkapı Sarayı’ndaki Kaşıkçı Elması’nı ince eleklerden geçirip, hassas terazilerde ölçmeye kalkışan beyan ustası şairler de aynı hassasiyeti şiirlerindeki kelimelerde göstereceklerdi. Satırlar arasında yeni hayatlara yer açacaklardı.


Kalemin yerindeki divitin ucu hokkadaki mürekkeple hemhal olurken biz yolumuzu çizmiştik. Artık iç âlemlere, gönüller yurduna yolculuğun başlama anı gelmişti. Misafir handa dinlendiği ölçüde artık kervanın ardınca gitmesini de bilecekti. Çok ülkeler geçecektik. Dalgaların sarıp sarmaladığı denizler, aşılmaz addedilen Kafdağı ardı, Zümrüdü Anka kuşu kanadında, Musa’nın sihirli asası olup denizler yarıp kervanımız geçirip, Yusuflarla Züleyhaları kavuşturma adına kuyularda medreseler kurup sabırla bekleyecek, Leyla olup Mecnun ardında çöllerde aslanlarla dost olup, Faust’un içindeki bir Mafisto ile yol arkadaşı olup, Romeo ile Juliet’i kaçırma planları kuracak, Viktor Hugo ile Jan Valjan’a sarp kalelerin küf kokulu zindanlarında yoldaş olacak, nefsimin sonu gelmez zevklerini bir kenara bırakıp yani nefis elbisesini soyunup, sayfalarda gezinecektim. Daha nice şiirin sofrasında meze olup söz erbabı şahsiyetlerce meze yapılacaktım çilingir sofralarında. Tüm kat edilen mesafeler uğrunda Taptuk Emre kapısında kırk yıl odun taşıyacak ve Hakkın otağına varmak için o kapıdan ayrılacak yolda dervişlerle sohbeti canan edecektim.

Hani anlatırlar ya Efendim âşık Yunus’un hikâyesini:
“ Taptuk Emre dergâhından ayrıldıktan sonra yolda bir şeyler yemek için çıkınındakileri yere serince yanına üç hak dostu yaklaşır. Kısmette ne varsa oturup yemeye başlamadan önce herkes bir dilek tutar. Herkesin dileği kabul olmuştur. Yarenler nasıl dua ettiklerini bir bir açıklarken üçü de Yunus’un duası gibi bizim de duamızı kabul buyur derler izzet kapısındaki yüce Mevla’ya el açarak.
Yunus bu söz üzerine mahcubiyetini anlar ve hiçbir şey demeden Taptuk dergâhına tekrar yüz sürmek üzere yola çıkar. Üç hak dostu o gün kiminle yemek yediklerini bir türlü bilemezler. Kabul edildi mi edilmedi mi bilemiyoruz amma her şey nefsi boyunduruktan çıktıktan sonra nihayet bulmuştur.

Hu, deyip ney üfledim
Yâr, deyip aşka geldim
Kâhi bir sûfi olup arındım
Kâhi Yunus gibi dolandım
Emre oldum, emir aldım haktan
Susamış dudağım geçti
Nurlu ırmaklarından

Seyahat esnasında o kadar güzellikler temaşa edilir ki, her bir sayfada farklı dünyalar temaşa edilir. Her bir sayfada şairimiz aslında kılıktan kılığa girme mecburiyetindedir. Duygular, hayaller, düşünceler dünyası nereye sürüklerse oraya doğru yolculuk işareti verilmiştir.

Hikmet sahibi olunmakla başlar ilk önce seyahat. Semerkand’ın bağrında hikmetlerle dolu bir dersi Ahmet Yesevilerden almakla başlar bu gizli mektep. Türkçemizin bayrak misali göklerde dalgalanmasının adını öğren ve sayfalarıma kazı, nakşet ey şairim.
Mevlana’nın Şeyhini arayıp bulma umuduna karşılık bazen satırlar Şemsi Tebrizi olup aşığını pervaneler misali ateş etrafında her şey pahasına döndürmektedir. Onu bulunca da “Hu!” deyip aşkıyla dönemeye başlar kelimeler. Kelimeler öyle bir döner ki artık Mevlana’nın Mesnevi’sinde veya Divan-ı Kebir’inde veya Fihi Ma Fih adlı eserlerinde beyitler olmaya durmuştur bile.

Yunus gibi kelimeler bazen “Araya araya bulsam izini / İzinin tozuna sürsem yüzümü ” deyiverecek canlılıkta dağlar taşlar geçmeye başlar. Yolculuk devam etmekte.

Bağdat’ın munisliğini haykıran Dicle kenarındaki Hille köyünde şair Fuzuli’ye misafir olmadan Mecnun’un aşkını nasıl tarif edeceksiniz? Fuzuli’nin Divanındaki beyitlere uğramadan geçersem aşkın adı ve sembolü Mecnun’un, Leyla’nın güzelliğine es geçtiğimden dolayı tekrar başını çöllere vurup “Leyla, Leyla!” diye diye ıstıraplarına ortak olmaya mı kararlısınız?

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

beyitini duymadan sayfa atlama şairim. Sen bunu kalbine kazı.


Süleyman Çelebi’nin dizi dibinde yanık sesiyle Efendimizin natını dinlemeden nasıl çağlar aşacaksın ey kalemim? Bu kapıyı çalmadan hangi dertliden tam anlamıyla dinleyeceksin mevlidi. Gazelhanlara nasıl anlatacaksın Efendimin (sav) doğuşunu dillere destan kelimelerle?

Allah adın zikredelim evvela
Vacip oldur cümle işte her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi asan eder Allah ana

Önce böyle başla sonra aşkla yaz kalemim satırlarda.


Gençliğe devletinin şanını hangi beyitlerle ifade etmeye hazırlanıyorsun? Sağlık sıhhatin devletle yan yana getirileceği beyitleri Kanunim yazıyordu senin uğrayacağını bilerek ey şairimim.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

sözünü hangi duvarda serlevha edeceğine sen karar ver Muhibbi zaten divanındaki yerini ayırtmıştı bu güzide beyitlerin. Sen sana düşeni yaz kalemim.


Peki, Nef’i’nin o ince hicivleriyle gizli beyitlerini dinlemeden ve vermek istediği esrarı öğrenmeden nereye gidiyoruz. Bak Şair Nef’i çağırıyor bezmi alem sofrasına ve senin için bek ne diyor Şeyhülislam Yahya Efendi’ye:

Bana Tahir Efendi kelb demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Malikidir mezhebim benim zira
İtikadımca kelb tahirdir

Biz anlayalım ki Tahir sözcüğünden temizlik anmasını onlar atışadursun sayfalarda.


Bunca seyahatin akabinde Nabi ile kutsal topraklara yolculuk etmeden bu sayfalar kapanmamalı. Efendimin toprağının kokusunu duyunca ruhu etrafımızda seyrü sefer ediyorken Nabi’nin dilindeki kımıldanışlarda şu beyitleri dinlemeden ayrılmak yok bize Mekke Yolculuğunda:

Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu
Nazargah-ı ilahi’dir makam-ı Mustafa’dır bu


Akif’in kalp atışlarındaki sızıları “Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı’nı yazdırmasın ” derken Taceddin Dergâhı’nda yanında itikada kapanırcasına marşımızı yazmaya varalım kalemim. Sonra irticalen dudaklarımızdan

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

Bu sözle hürriyet ve istiklal bizim şiarımız olsun. Biz satırlarımızda haykıralım şairim tüm dünyaya.

Ey kalemim takatim tükendi. Rüyadan uyanmak vakti geldi herhalde. Kapılar kapanmak ve kapılar açılmak üzereyken gündüzün maveralarında dolanırken nurlar. Varalım, gecenin son demine ulaştığı ufuklardaki güneşin şulelerinin baş gösterdiği dakikalarda biz rüzgârlara karşı efil efil ese kelimelerle Zekeriya’ca konuşalım kalemim sahibi şairim:

KAPI

Kapı aralığında bir ses
Burdayım diyor
Fısıldıyor adını rüzgâr
Duyunca inliyor

Kapı açıldı yüreğime
Tılsımını buldum hayatın
Uykularım kaçmaz oldu
Zevkini yaşıyorum sabahın

Kapı duruyor orda
Önümde adeta bir duvar
Aşmalıyım engelleri
Daha çok yolum var

Kapıdan geçtim inan
Seni bulmuşum da ondan
Üzerime yağıyor çiçekler
Eller kenetli, mutluluktan

Kapı ardında bir ses
Koşuyor nefes nefes
Elveda ve merhaba demeye
Kalmıyor artık heves

Kapı kapandı artık
Bir geçitteyim
Ebedi mutluluk diyorlar
Heyecanlı sevinçteyim


ÖMER BATI
20.09.2009 - Gaziantep


( Bir Şiir Tahlili: “içsel Yol” Şiiri – Yasemin Göksel başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 7.10.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.