Altı yedi yaşlarında
var yoktum. Teknolojiden günümüzdeki kadar nasiplenemediğimiz yıllardı.
Çocukluk işte, hele ki o zamanlar evin tek çocuğu olarak, sıkıcı geçerdi uzun
yaz tatilleri. Okula o yıl başlayacaktım bu yüzden de kitaplarla henüz içli
dışlı değildim. Yapabildiğim her türlü yaramazlığı yapardım evin sınırları
içerisinde, yorgun düşünce de yığılıp kalırdım. Bu seferki durağım ise, pikabın
başına geçip, ne kadar kırk beşlik plak varsa onları dinlemek olurdu. Ev
halkının maruz kaldığı, benim ise dinlemekten keyif aldığım saatlerdi.
Hele ki rahmetli Zeki
Müren’in dillerden düşmeyen şarkıları vazgeçilmezdi benim için. Sevdiklerimi
sil baştan dilerdim bir yandan da eşlik ederek… Anlamlarını anlayarak,
anlamayarak. Bir şarkısı vardı ki; tam anlamıyla favorimdi: Aşk’tan da üstün…
Aşk neydi ki, ya ondan ne üstün olabilirdi…
Jenerasyon farkı işte:
Şimdiki çocuklarla kıyaslanmak mümkün müydü o yıllar. Bırakın bilgisayarı, cep
telefonunu televizyon sahibi olanlar bile parmakla gösterilirdi. Zamanımızda
yasaklar vardı, belki bizimkiler fazla abartıyordu ama günümüzle mukayese bile
edilemez o zamanki tutumlar. Tanıdık tanımadık herkesin sürekli birbirine
‘’aşkım’’ diye hitap ettiği, duyguların ve değerlerin yozlaştığı bir süreç
olarak ele alırsak içinde bulunduğumuz yılları, o zamanlar oldukça tutucuymuş
herkes doğrusu. Hele ki aşk kelimesinin o yıllarda ulu orta telaffuzu sanırım
pek rağbet görmüyordu. Sadece filmlerde ve şarkılarda anılan bir kelime idi.
Dedim ya; aşk ve aşktan
üstün diye bir tabir takılmıştı aklıma. Çocukluk aklı işte; bu soru ve sorunun
cevabı ne olabilirdi ki… Gidip annemin yanına, utana sıkıla sormuştum bu ahret
sorusunu. Cevabını az çok tahmin etsem de, iyi ve net bir açıklama bekliyordum.
Diğer yandan da hissediyordum boyumu aşan bir soru olduğunu. Bir tabu olduğu
hakkında da şüphelerim yok değildi hani…
Aldığım cevap, hala dün
gibi aklımda: ‘’Aşk, sevmektir. Ailen olarak biz seni nasıl seviyorsak ya da
sen bizi nasıl seviyorsan, anlatabildim mi…’’
Yeteri kadar açıklayıcı
bir cevaptı ya da değildi belki de ama eksik bir şeyler de saklıydı bu cevabın
içinde. O zaman neden filmlerdeki kahramanlar bu kadar üzgün, zaman zaman
mutlu, zaman zaman da tutarsızdı o halde eğer ki birbirlerini seviyorlarsa ve
neden sürekli ağlayıp, göz yaşı döküyorlardı. Karışık bir durumdu işin aslı.
Utanıp sıkıldığım, daha
dün gibi aklımda.
Ve hemen hemen her
şarkıda geçen bu kelimede vardı bir tuhaflık yoksa yanılıyor muydum…
Ya şimdi… Gerçek mi,
hayal mi yoksa sadece üç harfin tesadüfen buluştuğu bir gramer hatası mı… Belki
de göstermelik bir kelime, herkesin peşinden koştuğu, başka duygularla karışan,
olması gereken mi yoksa insanları hatadan hataya sürükleyen.
Ya hissedilenler…
Masumiyetle eş değer
olması gerekirken, kirletilen bir duygu belki de. Belki de bir ütopya, herkesin
gözünde abarttığı.
Ama gerçek olan bir şey
var ki; insanları peşinden sürükleyen, sihirli bir duygu. Gizemini de
mütemadiyen muhafaza etmekte. Olanlar olması gerektiği gibi değil ya da
beklentiler gerçekleşmediğinde büyük bir hayal kırıklığı yaşanabiliyor…
İnsanoğlunun çözemediği
ve sırrını ebediyete karar koruyacak, İlahi Aşka kadar uzanan kutsal bir
yolculuk aslında Aşk…
Her an pusuda bekleyen
ve bilinmezliklerle dolu olarak da hayatımızda olmaya devam edecek…