Deli gibi seviyordu ve bunu da duvarlara, arabalara,
tuvaletlere masalara vb. yerlere yazarak ispatlamaya çalışıyordu.
Aşkın yazarıydı.
Sokaklar meskeniydi, izbelerde volta atardı. Karanlıklarda
çıkardı. Üstünde haki bir palto ayaklarında bot, hep sakallı, gözlerinin feri
atmış, benzi solmuş, ipince bir hayalet gibiydi. Süzülürdü bir duvarın dibine kimseye
görünmeden yazıp uzaklaşırdı oradan.
“Yaşamak buysa üstü
kalsın” yazmıştı bir kere. Yalnızdı bir metropol gibi, korkunç yalnızdı. Bunu
gözlerine bakan anlardı. Ve ona bakan düşerdi o dipsiz kuyuya bu yüzden
bakmazdı insanlara. Yaşarken ölenlerdi. Severken gidenlerdendi.
Elinde kâh sprey boya, kâh fırça, kâh mürekkep vardı. Kâğıt
olarak sorunu yoktu, boş bulduğu her yer ve de her şey ona yazılacak bir sayfa
olarak görünüyordu. Tutamıyordu kendini. Tek tutkusu buydu bir de Küçüğüm
dediği aşkı! Yollara dahi yazıyordu. Mesela bir keresinde “Bütün yollar KÜÇÜĞÜM’E çıkar. Kaptan!” diye yazmıştı aşkının
evinin önünde. Kocaman puntolarla yazmıştı hem. Koyu asfaltın üzerine beyaz
yağlı boyayla!
Karayolları peşindeydi. Şehirlerarası yollarda da rast
gelirdi bazen imzası belliydi:
“Kaptan!” diye. Âlem onu tanıyordu artık! Vardı ama yoktu.
Bir kahramandı bazılarına göre, bazılarına göre bir suçlu!
Aşkın farklı bir boyutu… Bir araba yazısı, duvar… Okusun
istiyordu herkes, nasıl sevdiğini bilsin, nasıl yandığını görsün istiyordu. Sevgilisinin
okulunun bahçe duvarına:
“Farkımı fark
etmediysen
Artık fark etsen de
fark etmez! Kaptan” diye yazmıştı. Aslında burada tecahül-i arif yapıyordu.
Sanat yapıyordu hem de edebisinden! Yani bilip de bilmezlikten geliyordu. Eğitimliydi.
Fark ettirmişti kendisini, herkes adını konuşuyordu, günün konusuydu o günlerde
o şehirde.
Polis peşindeydi, belediye… Halk peşindeydi, herkes merak
ediyordu, tanımak istiyordu bu esrarengiz imzanın sahibini.
“Sensiz günlerin
kazası yok be sevgilim! Kaptan” diye yazmıştı sevgilinin sokağının
girişine.
İlgi had safhadaydı. Herkes sevgiliyi de merak ediyordu. Kimdi
bu denli el üstünde tutulan. Herkes birbirinden şüpheleniyordu. Herkes
kendisine yazıldığını düşünüyordu. Ve koca bir şehrin sevgilisiydi artık! Yazıları
devam ediyordu. Herkes nöbetteydi. Oysa Kaptan bir gölge gibiydi. Bir çita
kadar hızlı ve çevikti. Bu işin uzmanıydı.
“Senin için olmaz
yok! Kaptan” diye yazmıştı ol sevgilinin kırmızı arabasının tamponuna! Artık kime yazdığını ve kime yandığını
ayan etmişti. Hayal kırıklığına
uğrayan bir şehir vardı. Can
kırıklığı yaşayan onca kadın! Bütün gözler arabanın sahibine yöneldi. Şaşkındı Su!
Bu kadar insana ne diyecekti şimdi? Nasıl açıklama yapacaktı? Yazanı o da
bilmiyordu.
Kaptan diye birini tanımıyordu. Hem o kimseyi sevmiyordu.
Sevemiyordu. Bir tek sevdiği vardı vaktinde o da yoktu şimdi. Susuyordu Su!
Kimseye bir şey söylemiyordu çünkü o da merak ediyordu. Ve sahiden de işin
içinden çıkamıyordu.
“Senin moda olduğun
yerde ben etiket olurum! Kaptan.” diye
yazılmıştı bir elektrik panosuna. Bu
pano, Su’yun sokağındaki panoydu. Bu adam edebiyattan anlıyordu, söze
hükmediyordu diye düşündü Su!
Hoşuna gidiyordu Su’yun. Bu sözleri aramaya başladı belli belirsiz.
Her yere bakmaya başladı, her şeye odaklanmaya… Çok uzun süre baktı ama başka
yazı görmedi duvarlarda, yollarda, arabalarda…
Kaç gün geçti belki de…
Yazılar bitti.
Sihir bozuldu.
En son gördüğü ve okuduğu yazı şuydu. Bir çöp konteynerine
yazılmıştı: “Sen sevme, sevdiğimi bil
yeter! Kaptan.” diye... Ve o konteynerin yanında bir ceset vardı boylu
boyunca uzanmıştı yere. Başında kalabalık vardı… Su, yazıyı okuyordu, yazıya
bakıyordu. Cesedin elindeki sprey boya düşüyordu yere, karga tulumba kaldırılırken!
Su görmüyordu gideni…