İzmir’li bir arkadaşım nar göndermişti önceki gün, sağolsun. Bayram ziyaretine gelenlere sordum bu ne diye? Nar dediler. Kaşlarımı çattım, sert bir bakış attım, hep bir ağızdan, tamam tamam, ‘keçi’. Yaşasın çoğunluğun kararı, tam isabet.
Demokrasi; Çoğunluğun sesi, çoğulculuğun sesi.
Düşünce özgürlüğü, düşündüğünü paylaşabilme hakkı. Azınlığın, iktidarın
iktidarlığına onay vermeyenlerin azımsanmaması. Muhalif seslere kulak
kapatılmaması, kulak kabartılması. Ağızlarının, iş yerlerinin mühürlenmemesi.
Ekmeklerinin aşlarının dilim dilim parçalara ayrıştırılıp yutulmaması. Dini
terimleri kullanmayacağım şimdi, çok hacı hoca var hem kabinede hem de dağın
yamaçlarında. Terecilere tere satmayayım, bu yazımda onların pazarlarına
dalmayayım.
Polis
kolejinde okuduğum yıllarda rahmetli Turgut Özal hükümette idi. İnançlı bir
kadro vardı. Benim ibadet ile pek aram yoktu. Gençliğin verdiği güzel
alışkanlıklardan her birini doya doya yaşıyordum, hafta sonları izinlerim iptal
edilmediği günlerde. Abartmayı severim, pek de ayık gezmezdim. Bol bol Ahmet
Kaya dinlerdim. Doğal olarak ‘koministti’ unvanım. Rahmetli babamın nüfuzu
olmasaydı çoktan atılmıştım okuldan. Bir de yaşanacaklar varmış demekki.
Akademi
tam benlikti. Saldım çayıra, Mevlam kayıra. Rakım yüksekliği sebebiyle kışlar
bayağı bir üşürdük ama genç bedenlere sağlıktı öte yandan. Didim’deki kamplar
biraz yorucuydu ancak, eğitim sonrası zıpkın gibi oluyordu insan. Ne kadar
teşekkür etsem az gerçekten. Bu arada tasavvufa merak sarmıştım iyiden iyiye.
Öyle böyle değil hemde. O yıllarda çıktığım bir kız arkadaşımın sözü oldukça
etkili olmuştu üzerimde. Kapalı, ibadet eden bir kız da değildi üstelik.
Barlara giderdik zaman zaman. Ben yine her zamanki ben, vatan, millet sövüyorum
iktidarda olanlara. ‘Tamam Kemal, diyelim ki söylediklerin doğru ve de
haklısın, peki, sen ne yapıyorsun? İşin gücün gece gündüz içip karı kız peşinde
koşmak’. Bugün gibi hatırlıyorum. Kafama dank eden ve hayatıma yeni bir yön
vermeme sebep olan bir cümle.
Anlı şanlı
28 Şubat sürecinde, hızlı bir tarikatçıydım artık. Güler misin? Ağlar mısın?
Söver misin? Komiserin peşinde istihbaratçılar. Sabah kapımın önünde, izin
günleri kırda piknikte, Cuma akşamları gittiğim zikrullah meclislerinde,
düğünlerde, eş dost sohbetlerinde. Bir tek Nataşalarla olan mücadelelerimde
yanımda yoktular haklarını yemeyeyim. Onun da sebebi şuydu; koskoca Trabzon
ilinde fuhuştan otel kapatan tek amir unvanını taşıyordum, karizmama ortak
olmak istemediler, anlayışlı bir müdürleri vardı zira. Zaten fazla sürmedi,
sürgün yedim.
… Günlerden
epey sonra bir gün, istifa ettim. Artık, halkın ekseri oyu ile seçilmiş tek
başına bir iktidar vardı memlekette. Hiç kimse zikrullah meclislerine,
tarikatlere, cemaatlere katıldığı için, uzaktan uzağa da olsa hayranlık
belirtileri gösterdiği için tabiri caizse ki eksiği var, ‘anası, eşi çoluğu
çocuğu ağlamayacaktı’. Yanıldım.
Resmi kıyafetle gittiğim zikrullah meclislerinde
‘Allah’ diyenler, buhar olup uçtular her biri. Yahut ruhları göğe çıktı, doğal
olarak bedenlerinde ‘ruh’ kalmadı. Müslüm Gürses dinleyip alkol aldığım günler
geldi aklıma; ‘Vefasızlar’, ‘Dost Bildiklerim’, ‘Nerdesiniz?’
Sonunda
anlayabildim en nihayetinde, neden iktidardakilerle anlaşamadığımı. Rahmetli
babamın adı Eşref, dedemin ismi de Mehmet’di. Askeri oldum olası sevdim, Mehmet
olanından. Seveceğim ne yaparsın? Genetik…
Şair Yazar
Kemal ALKAN