Kadın cansız gibi duruyordu
sedyenin üzerinde, gözleri açıktı ama donuktu. Bir noktaya kilitlenmiş gibi
bakıyordu, ölüce. Dudakları goncaydı, gözleri zeytin, saçları samurdu. Kaşı
yaydı, kirpiği ok, boyu servi, yürüyüşü nazlıydı. Lakin uykudaydı bütün güzelliğiyle
ve bitkin haliyle. Elleri buz gibiydi, teni soğuktu. Kalbi çok cılız atıyordu
yaşayacak kadar.
-Neyi var bunun böyle? diye sordu yetkili ve etkili biri.
-Bilmiyorum, dedi yanı başındaki adam. “Birdenbire oldu.”
Doktor muayeneye başladı. Gözlere
baktı ilk olarak bir iz aradı başka bir göze dair, bulamadı anlaşılan. Ellere
baktı bir el izi belki de. Canına baktı başka bir can izi var mı diye? Sonra
kalbi dinledi belki bir umut diye… Fiziksel hiçbir rahatsızlığa işaret yoktu
şimdilik.
-İlk görüşte aşktan şüpheleniyoruz, dedi doktor. “Bütün emareler onu gösteriyor, ona işaret ediyor.” diye devam
etti. “İlk gözden başlar sonra kalbe
sirayet eder ve oradan bütün vücudu ve ruhu sarar. Aşığı ele geçirir, fetheder
bir bakıma felç eder.” Bu aşkın felç haliydi, son hali… Kız dünyalar
güzeliydi, müstesnaydı. Mest ederdi baktığını, mevt ederdi bakanı o denli
numunesizdi âlemde. Bi misli bahaydı. Bu istisnai zarafet elbet dikkatleri
celbedecekti. Elbet kalpleri aşk edecekti.
Şiire gerek var mı aşk için? Hikâyeler
anlatmaya… Söze lüzum var mı? Alın size aşkın şekil bulmuş hali… Tasvire,
tavsife ve tefsire gerek de yok. Bakın şu canlı cenazeye şiirden daha tesirli
değil mi? Bakın şu mevte kalbolmuş naaşa, Leyla ve Mecnun’dan daha etkileyici
değil mi? Şu gözlere bakın nasıl da iri ve kocaman olmuş nasıl da kanla dolmuş.
Onu bu hale getiren aşktır işte. Tenine bakın ne kadar da solgun düşmüş ne
kadar da soğumuş ne kadar da takatten kesilmiş. İşte aşkın emareleri… Bir mum
nasıl baştan ayağa yanarsa ve eriyip tükenirse bu kadın da baştan ayağa aşk
ateşiyle yanıyor, eriyor ve tükeniyordu.
Hülasa şuur üstü bir olay, aşk
sarmış bünyeyi, ele geçirmiş.
-Ol bünyeye aşk bulaşmış, yaz kızım takip formuna. Hastamız ilk görüşte
aşka duçar olduğundan kendinden geçmiş olup kalp hastanemize getirilmiştir.
Gerekli kalbi tetkik ve takibin yapılması için müşahede altında tutulmasın
karar verilmiştir. dedi doktor.
-Teşhis aşk bulaşmış cana! İğne yapacağız damardan olacak hem de!
Gözler kıpkırmızı baksanıza, kalp hızlı hızlı çarpmaktan güçten düşmüş. Vücut
zayıf düşmüş. Ateş yüksek çünkü aşk ateşi sarmış bedeni. İçten içe büyüyor hem
de. Müdahale etmemiz gerek!
Hangi cemale vurulduğunu
bilseydik işimiz daha kolay olurdu! Ne zaman bu bakışa maruz kaldığını
bilseydik işimiz rahat olurdu. Ve kaç dakika bakıştığını öğrenebilseydik… Kirpikleri
ok gibi maşallah kaşları yay gibi… Boy elif, saç ipek… Koku misk-u amber… Divan
şiirinden kaçmış gibi, aşk dergâhında tüymüş gibi… Kadın derinden derine
inliyordu. “Onu bana getirin!”
diyordu. O’nu… Zayıf düştüm baksana şu cana. Şuursuzca sayıklıyordu. Ciğeri
yanan kadına yelpazenin ne faydası olur? Hallaç’a benziyordu kadın: “Dara çıkarken gülümsüyor, semah dönerek
ilerliyordu. Korkma diye bağıran halkı duymuyordu adeta. Gülümsüyordu, eğilip
darağacını öptü, ayağını merdivene koydu. Önce kollarını ayaklarını
parçaladılar. Lakin o hiç tepki vermedi, acı görmedi gözleri, inlemedi nefesi.
Her uzvu ‘Aşk’ dedi.” Kadın aşk diye inliyordu. Züleyha bileğini kestiği
vakit Yusuf’un gül cemalini gördüğünde akan kan Yusuf yazıyordu. Aşktı bütün
bunlar, aşk içindi, aşk uğrunaydı. Kadın istiyordu ki doğranaydı parça parça Hallaç
gibi, un ufak olaydı, zerre zerre yine ona koşaydı.
Fuzuli’nin bir beyti geldi
aklıma:
“Eyle zaif eyle tenim firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni” Yani şunu demek istiyor Üstad!
Ey sevgili benim tenimi öyle zayıflat öyle zayıflat ki saba rüzgârı kuru bir
yaprak gibi beni senin kapına getirebilsin. Kuru yaprağa dönmüştü zavallı. Sevgilinin
ayaklarının önüne düşmeyi bekliyordu aşk rüzgârıyla. Bütün müdahalelere yanıt
vermiyordu bilakis içten içe savunma gösteriyordu. Yaşama umudu yitiyordu.
Çaresizdi doktoru, hasta dönmüyordu. Başka âlemdeydi sanki kadın. Başka
gönülde, başka gözde ve canda. Bu can ağırdı ve fazlaydı ve gereksizdi sanki!
Boş bir çuvaldı, et ve kemik torbasıydı sanki.
Ve son bir derin nefesten sonra
öyle bir AH çıktı ki kadında o kadar olur. Gözleri kaydı ağzı yandı elleri
düştü teni soldu canı uçtu. Göz göre göre aşk oldu gitti kadın. Aşkına
gülümsüyordu belli belirsiz dudağında bir nim gülümseme ile.
"Andelibi gül-i sadberk ile tekfin ettiler
Bir gülistan beytini üstüne telkin ettiler" Bülbülü gül
yapraklarıyla kefenlediler. Üzerine de gül bahçesine dair beyitleri okudular
talkın diye.
Beyaz örtüyü çekti doktor kadının
üstüne gelinlik niyetine. Zira o şebi arusunu yaşıyordu doktora göre. Allah
aşkını affetsin. Aşk olsun ikametgâhı.