Merhaba

Kadın, erkek, yaşlı, genç, bebek ve geldi, gelecek... Hepinize merhaba. İşçi Hatice, köylü Kerim, emekli Gülten teyzeye... Okura, okutana... Saygıdan sevgiyi sağaltıp, başına taç diye takana, insana kıymayana, cana can katana merhaba...

Havva kızlarını ve Adem oğullarını yalnız bırakmayan sevgili doğaya... Denize, sahile, balığa, yağmura, buluta, dağ koyaklarında direngenliği büyüten kardelene... Masalda ki çalışkan karıncaya, nazlı kelebeğe, bedenimin evi can toprağa...

Tüm kadim değerlere merhaba...

Merhaba evren sana. Ey bilgelerin bilgesi yaşam ve şahidi yaşlı zaman, size de merhaba.

Ve sen! Çakır gözlü, yosun saçlı, su gibi duru ve berrak bakışlım. Aklımın ve ruhumun öğretmeni, vazgeçemediğim sevdam. Ey ömrün kertiği özgürlüğüm, merhaba sana en kocamanından...

Ne asil ve ne sade duruşlu bir kelime MERHABA...

Oldum olası sevdim, kendimi sever gibi ki "kişi önce kendini sevmeyi bilirse başkasını sever" der uzmanlar. Yani söküğünü dikemeyen terzi durumuna düşme mevzusu... Sevgi ki genlerimizden miras ama önce içimizdeki varlığını hissetmek, onu özenle büyütmek ve beslemek, önce kendimizi sevmeyi öğrenmek gerek hepimizi sevmek için. İşte bu nedenle önce kendimi ve sonra da büyüttüğüm sevgiyle sevdim özünü. Kısacık ama onlarca şeker şerbet anlamı barındıran, paha da hafif yükte ağır, sıcacık ve en mütevazi kelimedir merhaba...

Tabi bu kadar sevince bir o kadar da eskittim canımın içini. Sohbetlerde, şiirlerde, gördüğüm tüm gözlerde. Yalnızlığı bölüştüğüm günlüğün soluk beyaz yüzüne değen ilk kalem darbesinde ve şimdilerde unuttuğum ama vaktiyle pek sevdiğim, gönül sesimi dillendirip de vücut bulan sayısız mektupta. Kimi dosta yazıldı, kimi sevgiliye... Ve hep merhaba ile başladık söze...

Bu kadar bonkörce bazen de hunharca kullandım, hiç darılmadı. Sabah kalktım, güneşi selamladı benimle. Yeri geldi baharı, yeri geldi ayazı... Üşümedi hiç, söylenmedi rüzgara. Sokak suratını astı, o asmadı. Yolu, kornaları, egzoz dumanını bile selamladı vefayla... Bazen serçelerle bazen güvercinlerle sohbetime yarenlik etti coşkuyla. Çay demledik, yumurta haşladık neşeyle. Toprak kokulu domatesleri dilimleyip, sıcak sabah ekmeğiyle kahvaltılar hazırladık her gün ışımında. Yorulmadı...

Aynaya baktık. Nankör yüzüm arada gülmese de bana, o hep gülümsedi, okşadı ve nefes alan bedenimi hatırlattı bana. Gören gözlerimi, duyan kulaklarımı, tutan ellerimi ve hayatı arşınlayan ayaklarımı. Hep inandırdı anlama. Bazen geri döndük beraberce bir arkadaşın sadakatsizliğinden, bazen yanlış anlaşılmaların hüznünü taşıdık beraber. Hep sevilmedik ve hep kabul görmedik ama yine de ayrılmadı benden. Sevgi paylaşıldıkça büyür, hüzün paylaşıldıkça küçülür, vazgeçme onca değerli sebepten dedi ve hiç bırakmadı elimi...

Bak savaşlar var dedi. Talanlar, kıyımlar... Öteye götürülemeyene tapanlar, dünyalığını unutanlar. Yetim çocuklar, aklı eksik, kolu eksik, düşleri eksik, ufuksuz kalanlar... Gör bunları, düşün ve anla elindekinin kıymetini. Sarıl aklın aydınlığına, sarıl saygıya, tutun insana. Merhem ol yaralara... Kapatma kendini yaşama...

Sevgi özgürlüktür, düş özgürlüktür, yaşam özgürlüktür, sıkışma yarattığın sahte parmaklıklara. Hayat ver merhabayla, hayat bul merhabayla...

Çoğalmak için hayata, herkese merhaba...



Saadet Yıldırım Ünal 
( Merhaba başlıklı yazı paydasız tarafından 23.04.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.